Yön değiştirmiyorsun. Parçalanıyorsun.
Duruyorsun.
Saatler koruyor seni çobanpüsküllerinin arasından
on iki kez çalan gong
senden daha sessiz, bir şey,
birinin azat ettiği bir şey,
adını kurtarıyor kömür olmaktan.
Bir kez daha duruyorsun
orada, güneş
düşünde
buz ve kaygı arasında.
Senin için bunca uzağa geldim,
yankısı dönen bu ses
bana ait değil artık.
O ad
hiç çıkmadı ağzından: kendi kendine konuşarak
yeni bir beden yarattı kendine:
yeniden Babil’de buldu kendini.
Yazılmıştı.
Gözlerinden dökülen çiçekler
bir yabancının ağzında açar.
Yutkunmak açlıkla uyaklıdır
ve ayrılmaz yumurtasından.
Bulur çıkarır
paçavralar arasından
elinde kışın delik deşik ettiği
küçük kara
bir bayrak tutacak
o öksüz çocuğu.
İlkyaz geldiğinde
penceresinin altında
yüz beyaz taşın
öfkeli alevçiçeklerine
dönüştüğünü duyar.
Hiçbir şey kalmadı geri. Soğuk göz
bakar soğuğa,
bir yalım imgesi
ağzında direnen sözcüğü
yer gibi. Dünya
dünyaya bıraktıklarındır,
yalnızca sensin dünya
bedenimin bir parçası
olduğu: bu yer
her şeyin yokluğu.
Boğulan biri için
bu sayfa: bir
şişenin içinde
denize atılmış gibi.
Bu yüzden gökyüzü gibi
dünyanın düş gemisine binerken bile
dünyanın bir yankısı
ona doğru yelken açmış olabilir,
yağmurun anılarıyla yüklü bir gemi,
denize yağan yağmurun sesi.
Bu yüzden
yine de bir haber alacak o,
dağların dorukları
dalgalara gömülürken
ve kırk gün,
kırk gecedir
hiçbir güvercin geri dönmemişken.