Bugün Manisa'ya gitmekten kolay bir şey yoktur. Ama Abdülhamit döneminde bu ne zor, karışık bir sorundu! İstanbul'dan Avrupa'ya değil, Anadolu'ya bile gitmek için geçiş teskeresini hemen vermezlerdi.
Fikret aile yaşamına son derece bağlıydı. Bütün yüreğini eşine ve çocuğuna vermişti. Bir gece bile evini bırakarak konukluğa gitmemiş ve içtenliğinin düzeyini ölçemeyenler için çocukluk sayılacak dereceye vardırmıştı. Bazen, yan yana gittiğimiz zaman, Fikret’in birdenbire gülümseyerek yer değiştirdiğini ve beni sağına aldığını görürdüm. Bakışlarımız karşılaşır, karşılıklı gülüşürdük. "Anladım, pardon" der takılırdım. Sol yanda kalp vardı ve o kalp bütünüyle eşinindi. Kalp tarafına kimsenin geçmemesi gerekirdi. Fikret bir kez bunu açıklamıştı. Doğallıkla herkesin yanında ve herkese söyleyemezdi...
Fikret, aile yaşamında günah işlememiştir. Yanında böyle şeylerin sözü bile edilemezdi.
Sarayla ilişkili her şeyden tiksinirdik. En büyük ahlaksızlık saraya jurnal vermek, Abdulhamid'in saltanatını güçlendirmek, saraya gidip gelmek, sarayda bulunmaktı. Jurnalcılık etmemek iyi adam olmak için yeterli bir üstünlüktü.
Padişaha dalkavukluk, padişah yoluyla çevresindekilere ve onların kullarına yaltaklanma o kadar genelleşmişti ki temiz gençlik, bir veba mikrobu gibi bunlardan kaçardı.