Ölümcül hastalık taşıyan birini görünce ya bana da bulaşırsa diye korkuyoruz da ölen birini görünce ya ben de ölürsem diye düşünmüyoruz. Ölen kişinin en yakınları hariç, herkes normal yaşamına devam ediyor. Ölüm dediğin çok çabuk unutuluyor. Oysa yarın ölebiliriz. Yarım saat sonra da ölebiliriz. Ama buna inanmıyor kimse. Eğer gerçekten inanmış olsalar hayatla ilgili bütün mücadelelerini bırakırlar, yaşamak anlamsız gelir. Haksız da sayılmazlar. Gerçekten öleceğini düşünse neden yaşamaya katlansın ki insan? Çok saçma. Bir yolun sonu uçuruma çıkıyorsa neden sonuna kadar gidelim? Yürümeyi sevdiğimiz için mi? Hiçbirimiz, hiç kimse inanmıyor bir gün öleceğine. Bütün felaketler sadece başkalarının başına gelir zannediyoruz. Ölümsüz sanıyoruz kendimizi. Ölüm fikrini sürekli öteliyoruz zihnimizde. Ama hepimiz yavaş yavaş ölüyoruz! Yaşamak bir nevi intihar oluyor hepimiz için. Yine de inanmıyoruz ne yaşadığımıza ne de öleceğimize.
“Büyümek isteyen çocuklar tanıdım ben. Şimdi hepsi büyüdü ve yeniden çocuk olmak istiyorlar. Yarınlara mutsuz, hep daha mutsuz nesiller yetiştiriyoruz. Bu mutsuz nesiller ise, yaşadığımız dünyayı daha güzel bir yer yapmayacak...”