Kalp kırıklıkları, göğsünde oluklar oluşturur. O oluklardan sızanlar, göğsünden taşar. Önce ciğerlerine, oradan damarlarına ulaşır. Bir anda, acıdan ibaret bir bedene bürünürsün. Attığın her adımda inleyen ruhunun zelzelesini hissedersin. Tabanına batan iğnelerin adı, güvendir.
Güven, bir vazo gibiydi. Yere düşüp parçalara ayrıldıktan sonra toplanması zor oluyordu. Belki parçaları yeniden bir araya gelirdi ama hiçbir zaman eskisi gibi görünmezdi.
Gözleri göğe benzeyen bir kadın, gecenin ortasında sevgisini kucaklar. Ona, öyle sıkı sarılır ki neredeyse bir bütün olur. Acıyan canı, sızlayan kemikleri bile sarılmalarına engel olmaz. Biraz sonra kanamaya başlarlar. Bırakmak ister kadın. Damarlarından dışarı sızan kırmızılığa bakarak af diler kendinden, belki de geçmişinden. Özür dilerim, der. Elimde olsaydı söker atardım. Lakin elimde değil. Sanki benden önce var olmuş gibiydi kalbimde, bedenimde, ruhumda. Artık değil, çok geç.
Yanımda kimin olduğu değilmiş mevzu.
Mevzu, yanımda senin olmamanmış. Ve ben bunu senden ayrı geçirdiğim birkaç saatte anladım. Artık, seni benden ayrı koyan her şeye düşmanım.
Bir adam tanıdım, hislerimin ne denli büyüyeceğini onda öğrendim. Sevdam, bir yağmur damlası gibi sızdı gönlüme. Bir adam tanıdım, yalnızlığın dibini ansızın göreceğimi fark ettim. Güvenim, bir kuş oldu süzüldü göklere. Bir adam tanıdım, ailem kelimesini milâdım kıldı. Onlara olan sevgim, bir gözyaşı damlası olup aktı yüreğime.
Bir adam tanıdım, dünyam başıma yıkıldı.
İnsanoğlu garip bir varlıktı. Bazen en ufak bir duyguya bile yerle yeksan olurken bazen üstüne dağlar yıkılsa da ayakta durabiliyordu. Bunun sebebinin, elinden tutanlar olduğunu düşünüyordum. Sana destek olan, ne olursa olsun gözünü bile kırpmadan yanında olanlar varsa en büyük kasırgada bile dalların kımıldamıyordu. Omuzunda hissettiğin el, düşsen dahi yeniden kalkman için yegane destekti.
Kaderin yazdıklarını oynayan bedenlerimize duygularımızı giydirmekti, yaşamak. Bir ömür kadar kısa bir zaman için ruhumuza geçirdiğimiz prangalardı belki de. Durmadan çabalamak, zamanın acımasız döngüsüne adapte olmak ve farkında olmadan savrulmak ya da yılmamaktı. Seni alaşağı edecek hislere kapı duvar olmaktı. Var gücünle savaşmak, dokuz defa düştüysen on defa kalkmaktı. Bana göre, Nazım Hikmet koymuştu son noktayı: Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak.
Bir direniştir yaşamak.
Kaderin yazdıklarını oynayan bedenlerimize duygularımızı giydirmekti, yaşamak. Bir ömür kadar kısa bir zaman için ruhumuza geçirdiğimiz prangalardı belki de. Durmadan çabalamak, zamanın acımasız döngüsüne adapte olmak ve farkında olmadan yaşamak ya da yılmamaktı. Seni alaşağı edecek hislerle kapı duvar olmaktı. Var gücüyle savaşmak dokuz defa düştüysen on defa kalkmaktı.
Öldüm der durur, yinede yaşarsın, demişti Mevlana. Tam o noktadaydı çaresizlik. Ciğerlerini yakan oksijeni içine doldurur, yine de nefessiz kalmış hissederdin. Elin kolun tutmazdı. Tutsa da bir işe yaramazdı.