Genellkle sunuş yazısına yer vermiyoruz. Ancak yılın son sayısı olması nedeniyle
dergimiz Eleştirel Pedagoji’nin genel gidişi hakkında dostlarımızı bilgilendirmek
gerektiğini düşündük.
Önce iyi yolda olduğumuzu belirtelim. Okurlarımızdan aldığımız tepkiler bu yönde;
mesajlar, eğitim sorunlarını kavramsal açıdan ele alan yayın açığını kapattığımızı
söylüyor. Zaten öncelikli amacımız da buydu. Her sayıda içeriğinin daha da zenginleşmesi,
tasarımdaki acemiliklerin azalması da olumlu tepkiler arasında. Elbette
eksiklerimiz olduğunu biliyoruz, zaman içinde onları da aşacağız.
Dağıtım, belli bir sermaye grubuna dayanmayan yayınların olduğu gibi bizim de sorunumuz.
Hem de en ciddi sorunumuz. Bu sorunu en derin bir şekilde yaşadığımız
yer ise İstanbul. Derginin Ankara’da yayımlanıyor olması, İstanbul’la gereği kadar
iletişim kurmamızı engelliyor. Sadece bir kitabevinde (Pandora) satışa sunulması
İstanbul için yeterli değil. 2010’dan itibaren farklı semtlerdeki kitabevlerinde bulunmasını
sağlayacağız.
Yayıncılık hakkında asgari bilgisi olan herkes dergiciliğin özellikle Türkiye’de ekonomik
amaçlar için yapılmayacağını bilir. Bu ülkede dergi çıkarmak kör kuyudan
su çıkarmak gibi birşeydir. Dergimizi alanlar, dergi ile birlikte verilen kitapların
değerini bilenler amacımızın ticari olmadığını bilirler. Bizler, elbette bu işin güçlüğünü
başından beri biliyorduk; öyleyse bile bile böylesine meşakkatli bir işe niçin
soyunduk? Birincisi, eğitim sorunlarının tartışıldığı düzlemin altımızdan kaydığını
görüp, onu, içinde bizim de (her türden “sol”) bulunduğumuz kendi düzleminde
ama yeni dönemin ürettiği yeni kavramlarla yeniden ele almaktı. İkincisi, birinci
gerekçemizin devamı olarak eğitimin liberalize edilmesine seyirci kalmamak ve
“ezilenlerden yana bir pedagoji”nin nüvelerinin inşasına katkı sunmaktı. Kuşkusuz
katkımızın oranı, kendisini ezilenlerin yanında konumlandıranların Eleştirel
Pedagoji’ye katkısı kadar oacaktır.
İtiraf etmek gerekir ki son otuz yıl, “sol”u ve solun dayanışma duygusunu oldukça
zedeledi. Birlkte birşeyler yapma fikri heyecan yaratsa da fiili çabaya çok az kişi
katılyor. Bundan dolayı sol, doğasında var olan dayanışma duygusunu yeniden
harekete geçirmediği sürece, umduğumuz katkıyı -derginin okuru olmayı- bulacağımızdan
emin değiliz. Buna, hedef kitlemizin büyük çoğunluğunun okur-yazarlık
yeteneğini önemli ölçüde yitirmiş olmasını da eklersek işimiz pek kolay sayılmız.
Yine de iyimseriz; neden iyimser olmayalım ki, bir arkadaşının önerisiyle edindiği
dergiye bir haftada 15 abone kazandıran Gülten Erden gibi genç öğretmenler varken.
Bizler, yani derginin yayınlanmasına katkıda bulunanlar üzerimize düşeni yaptğımıza
inanıyoruz; sıra siz okurlarımızda; aramıza yeni Gültenler katabilirsiniz.
İkinci yaşımızın ilk sayısında buluşmak üzere...