İnsanlar; yaşadığı coğrafyaya ait önemli gördükleri kişileri, nesneleri ve mekânlart kutsallaştırırlar ve sırrını çözemedikleri konuları çeşitli biçimlerde yorumlar. Bunlara yaşanmış bazı olayları da katıp nesilden nesile aktarırlar. Kutsallaştırma, yorumlama ve aktarmaların pek çoğu sözlü olarak yayılır. Bu, sonuçta bir sözlü kültür oluşturur. Sözlü kültürün en önemlilerinden biri de efsanelerdir.
Efsaneler; edebi bir tür olmanın ötesinde muazzam bir eğitim aracıdır. Okulların hiç kurulmadığı, kurulduktan sonra da okulların ve öğretmenlerin yetişemediği, az geldiği durumlarda insan eğitiminin en önde gelen vasıtalarından birisi efsaneler olmuşlardır. Onlar, hilenin, düzenbazlığın, nankörlüğün, cimriliğin kötülüğünü; dürüstlüğün, sağlam karakterli olmanın, cömertliğin güzelliklerini en iyi bir biçimde anlatmıştır. Hem de bin nasihatten bir ınusibetin daha iyi olduğunu güzel bir biçimde vurgulannışlardır. Yaklaşık yirmi yıldır sürdürdüğümüz çalışmalarla Türkiye'nin büyük bir bölümünde yaptığımız alan araştırmalarında dil, tarih ve kültür konularında elde edilen malzemeleri arşivlemekteyiz. Arşivlediğimiz konulardan bir tanesi de efsanelerdir. Efsaneleri arşivlemeye başladıktan sonra Divan şairi Hayati' nin bir beytini hatırladık:
Cihan-ara cihan içindedir arayı bilmez/er, nıalıtler ki derya içredir cleryayı bilnıezler Efsane kültürü bakımından Türk dünyasının çok zengin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Türk dünyasının güzel ve önemli bir bölümü olan Orta ve Doğu Karadeniz bölgesi doğal olarak aynı özellikleri taşımaktadır. Adeta her yerleşim yerinin, her tepenin, her dağın, her taşın, her ağacın, her kuşun, her böceğin, her hayvanın, her büyük şahsiyetin bir efsanesi bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi de Beşikdüzü ilçemizin adı ile Beşikdüzü ilçemizin adı, temeli binlerce yıla dayanan bir efsaneden gelmektedir...
(Ön Sözden)