İlâhî!
Hamdini sözüme sertâc ettim, zikrini kalbime mirâc ettim, kitâbını kendime minhâc ettim. Ben yoktum vâr ettin, varlığından haberdâr ettin, aşkınla gönlümü bîkarâr ettin.
İnâyetine sığındım kapına geldim, hidâyetine sığındım lütfuna geldim. Kulluk edemedim affına geldim. Şaşırtma beni, doğruyu söylet; neş’eni duyur, hakikati öğret.
Sen duyurmazsan ben duyamam, Sen söyletmezsen ben söyleyemem, Sen sevdirmezsen ben sevdiremem. Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yâr et bize erdirdiklerini.
Sevdin, Habîbini kâinata sevdirdin; sevdin de hil'at-i risâleti giydirdin. Makām-ı İbrahim’den Makām-ı Mahmûd’a erdirdin. Server-i asfiyâ kıldın, Hâtem-i enbiyâ kıldın, Muhammed Mustafâ kıldın.
Salât ü selâm, tahiyyât ü ikrâm, her türlü ihtirâm Ona, onun âl ü ashâb u etbâına ya Rab!
Kur’an-ı Kerim’de, insanların diriltildiği vakit, “Dünyada ne kadar kaldık?” diye tartışacağı haber veriliyor. Kimi “birkaç saat” diyecek, kimisi “yarım gün”.. Bir gün kaldık diyen kimse çıkmayacakmış.
Dünyadayken bize sıkıntı veren, sabredemeyeceğimiz emirlere dönüp baktığımızda, belki de bize o konuyla alakalı sadece bir saat imtihan olmuşuz gibi gelecekmiş. Herkes dünyadaki fedakârlıklarının mükâfatını alırken “Keşke o bir saatte sabretseymişim, sıksaymışım dişimi” diyecekmişiz.