Ancak, ülkenin "laiklik devrimini" yapması, bireylerin "çağdaş değerleri" sahiplenmesi anlamına gelmiyor. Devletin "modern anlamdaki yapılandırıldığını söylemek, toplumdaki insanların"birey" haline gelmesini sağlamıyor. Devlet örgütlenmesi modernleşiyor ama bu çağdaş bireylerin doğmasına, toplumun bu anlamda çağdaşlaşmasına yetmiyor. Hilmi Yavuz bunu şöyle açıklıyor: "Fesin yerini şapka almasının, kafanın içini değiştirmeye yetmemesi bundandır."
Osmanlı'dan Cumhuriyete geçildi ama, anlaşılan padişahın mutlak ve keyfi egemenliğini bugünkü devlet yapılanması devraldı. Halk gene tebaa olarak kaldı.
Yargıtay başkanı Sami Selçuk, adlı yılı açarken yaptığı tarihsel konuşmasında, Türkiye'deki "laiklik" uygulamasına teşhisi şöyle koyuyordu: "Türkiye Cumhuriyeti, egemenliklerini kaynağı açısından laik, devlet örgütlenmesi açısından teokratik, dini yönlendirme açısından laikçi bir devlettir. Türkiye Cumhuriyeti'nde Halifelik kaldırılmıştır. Şer'iye ve Evkaf Vekaleti ise görünüşte kaldırılmış, aslında Diyanet İşleri Başkanlığı adıyla bir bakana bağlanarak devlet örgütü içine alınmıştır. Örgütün dini İslam, mezhebi Sünni'dir. Devlet, bu din ve mezhebin okullarını açmıştır. Örgüt ve okulların finansmanı devlete aittir. Resmi okullarda din dersi zorunludur. ...din ve mezhebin okullarını açan, finansmanını sağlayan bir devletin dini ve mezhebi vardır; bir dini ve mezhebi kayırmıştır. Böyle bir devlet teokratiktir. Dini denetlediği için de, laik değil, laikçidir."