Kur'an'da, "sezmek, farkına varmak manasında geçen ve bazen alime (bildi) ile münâvebeli olarak gelen şaara fiiline bağlamışlardır.
(...)
Goldziher, şair kelimesine "tabiatüstü sihri bir bilgiye sahip olan, sezişle bilen" manâsını verir.
Kuseyyir, bir yolculuğunda yanına gelen ve onun kârin'i olduğunu söyleyen bir cinn ve vasıtasıyla şiir söylemeye başladığını anlatırdı. Böylece eski şair ilham kaynağını irtibat halinde bulunduğu bir cinn ile, bu dünyanın ötesinde sihirli bir aleme bağlıyor dolayısıyla kendisi de tabiatüstü bir kuvvetle mücehhez bulunuyordu.
İslamiyet ile bu sanat yeni bir safhaya girmiştir. Müşrikler Peygamberi "mecnun bir şair" olmakla itham etmişlerdi. Bunun üzerine müşrik devrin şiiri men edildi: "Şairleri gelince, onların peşinden sapıklar giderler. Onların her vadide gerçekten ifrata, mübalağaya düştüklerini ve yapamayacakları şeyleri söyleyen kimseler olduklarını görmedin mi?" Ancak daha sonra bu yasaktan, tehdit ile, "iman edip iyi ameller bulunan, Allah'ı çok zikredenler..." istisna edilmişlerdir.
İslam devleti Arabistan'da tek devlet olarak kurulup gelişmeye başlayınca şiir ve mûsikî inkişâfına en müsait muhiti Medine'de buldu. Emevî ve Abbâsî devirlerinde ise yalnız Arabistan'da değil İslam devletinin yayıldığı çok geniş bir sahada müteaddit sanat ve edebiyat merkezleri teessüs etti.