Kütüphanemin en değerli üyelerinden biri için bir inceleme yapma vaktim geldi de geçiyor sanırsam. Fahrenheit 451'i ilk kez lise 2. sınıf öğrencisiyken okumuş ve çok etkilenmiştim. Distopya türüyle ilk tanışmam onunla olmuştu. Sonraki sene bir kez daha okuyup, bu sefer olay akışıyla değil, altında yatan fikre kafa yorarak okudum. Üniversite'yi bitirmek üzereyken bir kez daha okudum, bu sefer bambaşka şeyler hissettim. Geçenlerde de tiyatro oyununa denk geldikten sonra, bu efsaneden bahsetme vaktinin gelip geçtiğini hissettim artık.
Kitap okumanın yasaklandığı, itfaiyecilerin kitap yapmakla görevli olduğu korkunç ve yepyeni bir dünya... Yüzeysel, tek yönlü, hızlı yaşayan ve hiç "düşünmeyen" insanlar... Derin düşünmeye çalışan, yer yer varlık sancısı çeken, hayatında bir şeylerin ters gittiğini hisseden ama neyin ters gittiğini anlayamayan bir insan. Ve kucağına düşen bir kitap. Aslında kitap bu "kendini bulma çabasından" ibaret gibi dursa da, çok daha fazlası.
Modern, hızlı ve mutsuz dünyaya tokat gibi bir eleştiri bu. Bradbury'nin yıllar önce geleceği görürcesine kaleme aldığı korku dolu bir eser.
Guy'ın yalnızlığı toplumun tamamen zıt kesimini temsil eden eşiyle arasındaki uçurum o kadar harika anlatılmış ki, insanın içi burkuluyor okurken. Herkes hayatta kalırken, hayatını yaşamaya çalışan çocukla Guy'ın arkadaşlığı ise, insanı buruk buruk gülümsetir cinsten.
Korku? Var. Gerilim? Var. Edebi derinlik? Ziyadesiyle var. Hüzün? Var. Bu kitabı okumamak için bir sebep? İşte o yok. Bırakın edebiyatı sevmeyi, azıcık bile edebiyata ilgili olan herkesin okuması gereken bir kitap. Şiddetle öneriyorum.
Herkese iyi okumalar!