Bizim çocukluğumuzda “hırsız” kelimesi, büyük küçük herkesin baş umacısı idi. O zamanlar bu kelimenin özü değil, sözü bile sinir oynatırdı. Şimdi kim bilir günde kaçı yanımızda oturuyor, kaçı beraberimizde geziyor, kaçı ile iş görüyoruz?
Bizim çocukluğumuzda "hırsız" kelimesi büyük küçük herkesin baş umacısı idi. O zamanlar bu kelimenin özü değil, sözü bile sinir oynatırdı. Şimdi kim bilir günde kaçı yanımızda oturuyor, kaçı beraberimizde geziyor, kaçı ile iş görüyoruz ?
Önceleri bir: "Hırsız var!" bağırması bütün mahalleyi dimdik ayağa kaldırır, koca bir semti derin uykulardan uyandırır, kadınları olduğu yerde bayıltır, normal zamanlarda evlerce gözü pek tanınmış erkeklerin seslerini kısar, ya oda kapısı kilitli, sürmeli, fakat elde kama, bıçak, kulaklı, kubur, piştov ve bunlardan biri yoksa sopa, o da yoksa su testisi olduğu hâlde, gelişinin yavaşlığını değiştirmeyen sonunu, korku içinde beklerlerdi.
Bununla beraber hoca korkusu bu nevi korkulardan değildi. Bu bambaşka bir korkuydu, kendisini tam anlamıyla saydırtan bir korkuydu.
"Çocuk kısmı zorla okumazmış, heves olmalıymış..." Bunu, ben o yaşta ne bileyim? Bilseydim "Başlatma!" der, o gün bugün bu yüzden kurtulamadığım okumak belasından kurtulurdum.