Tanrı tamamıyla immaterialdir, cisimsizdir, salt tindir, nous'tur, özü de maddesi de kendisi olan düşünmedir. Bu kendi kendine bakması, Tanrının öncesiz-sonrasız mutluluğudur. Tanrı hiçbir şey istemez, hiçbir şey yapmaz; evren üzerinde hareket ve edimleriyle etkide bulunmaz; evreni, onun kendisini özlemesiyle etkiler; bu varlıkta bütün olup bitenler, hep maddenin Tanrı'yı özleyişi yüzünden olur ve ancak bir özleyişin konusu olması dolayısıyla Tanrı her türlü hareketin nedenidir.
Derslerini bile bile büyük hasmı saydığı Hegel'in dersleriyle aynı saate koymuş. Sonunda boş sıralar önünde konuşmak zorunda kalmış - derslerini topu topu dokuz kişi dinlemiş.
Mitoslarda: "Bu evren nereden gelip nereye gidiyor?", "Bu dünyada insanın yeri ve yazgısı nedir?" sorularına, bu en son sorulara bir cevap vardır. Bu cevaplar da oldukları gibi benimsenirler, bunlara hiçbir kuşku duymadan inanılır, bunlar yalnız inanç konusudurlar.
Ona göre dünya anlamlı bir dünya değildir; bundan dolayı felsefeye düşen iş de anlam yorumları olmayıp, bu anlamsız dünya içinde insanoğluna bir şekilde yolunu buldurtmaktır. İçinde anlam bulunmayan dünya bütünüyle kötüdür ve varolmamak yeğdir.
Renaissance, ortaçağın dini kültürü yerine, her bakımdan "bu dünya"nın olan, artık" öbür dünya"ya değil de "bu dünya"ya bağlı olmak isteyen bir kültürün kurulmaya başladığı çağdır.