Leibniz mezhepler arasındaki ayrılıkları uzlaştırmak ister, bir akademiler birliği kurarak bütün bilimsel çalışmayı tek bir örgüt içinde toplayıp uyumlaştırmağa çalışır; dil ayrılıklarını ortadan kaldıracak evrensel bir dil kurmaya uğraşır; bilimsel görüş ile din duygusunu barıştırmağı dener. Felsefede de kendisine kadar gelmiş olan öğretilerin doğru yönlerini birleştiren, bunların karşıtlıklarını gideren bir sisteme varmayı göz önünde bulundurur, çünkü ona göre, her felsefe sisteminin haklı olan bir yönü vardır. Leibniz’in sisteminde matematik-mekanist doğa görüşü ile Descartes ve Spinoza’nın reddetmiş oldukları organik (teleolojik) doğa görüşü yan yana bulunacaklardır.
Devlet öğretisinde Platon halkı kendi haline bırakıyor. Bu takımın ana-itkisi kazanca yönelmiştir; yığın çalışması ile devlet hayatının maddî temelini sağlar, «bekçilerin» kendisini yönetmesine boyun eğer. Bekçilerin hayatı ise, tam tersine, ta doğdukları günden başlayarak devletçe düzenlenecektir. Bundan dolayı Platon, bu takımdan olanların evlenmelerini bile kendilerine bırakmaz. Gelecek kuşakların sağlam olmaları için, elverişli çiftleri devletin başındakiler seçeceklerdir. Gençlerin yetiştirilmesi işini de, her bakımdan devlet eline alacaktır.
Demokritos, Anaxagoras’ın öğretisinde belirir gibi olan erek (telos) kavramını kabul etmediği gibi, rastlantı kavramını da açık olarak reddeder: Rastlantının sözünü etmemiz yalnız bilgisizliğimızden ileri gelir; bir olayın nedenini bilmedik mi, bunu rastlantıyla açıklamaya kalkışırız.
Bu görüşüyle de Demokritos mekanist bir doğa biliminin temellerini atmış oluyordu. Ancak onun bu anlayışı ilkçağda pek yayılıp gelişememiştir. Bu da Aristoteles’in uzun süren otoritesi yüzünden olmuştur; çünkü Aristoteles’in doğayı açıklaması, tam da Demokritos’un benimsemediği iki kavrama, erek ve rastlantı kavramlarına dayanır. Demokritos’un doğa felsefesi ancak yeniçağın başlarında ele alınıp geliştirilecektir.