Felsefe Yoluyla Kişisel Gelişim

Felsefeyle Terapi

Andreas Mussenbrock

Quotes

See All
Yüzeysel bilgi fazlalığı gerçek bilgisizliği görmeyi engeller.
Reklam
... düşünmek, söz ve eylemin yanında özelikle bir şeyi daha talep eder: Kulak kabartmayı!
Annegret'in hayatında korku hâkim. Bilinmeyen bölgelere, tek bir adım bile atmaya cesaret edemiyor. Hayatı bir çember etrafında dönen ebedi bir tekrardan ibaret. Bu yaşama biçiminden kendisi de memnun olmadığı halde; bildiği rotadan çıkıp bilinmeyene ayak basmaktan duyduğu korku, boşa harcanmakta olan bir hayattan duyduğu acıdan daha büyük. Bu sürekli olumsuzlama mekanizması içinde, zaman denen şey de sadece bir yük haline geliyor ve Annegret onu ne üstünden silkeleyip atabiliyor ne de daha fazla taşıyabiliyor. Geçmiş (çocukluk günlerindeki inanışına duyduğu özlem) ile gelecek (kurtarıcı bir dönüm noktası beklentisi) arasında, oradan oraya savrulurken “şimdi"yi elinden kaçırıyor. Annegret'in zamanı nasıl geçireceğini, ne yapacağını bilememesinin asıl nedeni bu. Zira bütün başlangıçlar sadece "şimdi"yi gerektirmekle kalmaz, bilakis aslında onlar şimdinin ta kendisidir. Şimdinin birleştirici bağı olmasa her şey zaman ve mekân içinde dağılıp gider. Yaşamın tüm çeşitliliği, bir bütün olarak sadece ve sadece aşırı bir zorlama olarak ortaya çıkar. Varlık'ın şimdi içindeki birliği, bütünlüğü kırılıp dağılır.
Annegret = Ben
Annegret, varoluşuna bir dönüm noktası getirecek olayı bekliyor. Bu konuda başkalarının görüşlerine de güçlü bir şekilde bağımlı. Ancak sürekli olarak, travmatik geçmişi ve iflah olmaz bugünü düşünüp durduğu için bir kısır döngü içine sıkışmış durumda. Sürekli düşünme süreci içinde Varlık parçalıyor ve bu yolla kendi sanal dünyasını oluşturuyor. Sonuç olarak da bir bütün olarak algılanması gereken şeyi, parçalara ayrılmış halde algılamaya zorlanıyor. O artık sadece karşıtlıklar biçiminde algılayabiliyor: iyi-kötü, kurban-katil, hak-haksızlık, inanç-kuşku, gerçekleşme-hayal kırıklığı, geçmiş-bugün. Onun algıları, bu kutuplar arasında oradan oraya sürüklenip duruyor. Bu karşıtlıkların herhangi bir ucuna ne kadar çok yaklaşırsa hayatı da o kadar şiddetli bir sarsıntı geçiriyor. O zaman da her şey kuşkulu, belirsiz, boş, anlamsız hale geliyor. Algılarının bu ikili durumuna hapsolduğundan, sonunda yapabildiği tek şey, kendisiyle ve gerçeklikle bir özdeşleşme ortaya çıkmayacak şekilde bütün gerçekleri birleştirmek oluyor Sonuçta da kendini, kendi hayatının dışında kalan biri, kendi hayatında bir yabancı olarak hissediyor, ama kesinlikle öyle değil.
Tanrının ölümünden sonra insanın, onun öksüz bıraktığı yeri bizzat kendisinin almak zorunda kalması...
Reklam
İnsanın iki temel korkusu vardı: Tanrılardan duyulan korku ve ölüm korkusu. Birincisi, tanrıların gerçek özünü kavramak suretiyle alt edilebilir. Onlardan korkmaya gerek yoktur, çünkü onlar insanların dertleriyle uğraşmazlar, sonsuz bir mutluluk içinde sadece kendileriyle ilgilenirler. Ruhu tanımak yoluyla da ölüm korkusu yenilir. Çünkü ruh, diğer her şey gibi, atomlardan meydana gelir ve bu atomlar ölümle birlikte dağılır gider. O halde, ruhun ölümden sonra yaşaması söz konusu değildir ve dolayısıyla herhangi bir tanrısal cezaya maruz kalması da düşünülemez.
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.