"Biz Kur’an ve hadislere girip, kendi reyimizle ve heva-hevesimize uydurmakla bakıp hüküm çıkarmayız. Çünkü Allah’ın Selametine nail olan, Peygamber aleyhisselamın feyzine ulaşan hariç, kimse dininde selamette kalmamıştır."
Ebu'l Atâhiyye ne güzel demiştir;
" Hayret, nasıl olur da Allah'a isyan edilir yahut kâfir O'nu nasıl inkâr eder. Zira her hareket ve sükûnda Allah'a daima şahitlik eden bir mânâ vardır. Yine her şeyde Allah'ın birliğine delâlet eden bir alâmet vardır."
Ne kadar büyük olursa olsun, helâl olduğuna inanmadıkça hiçbir müslümam, işlediği herhangi bir günah sebebiyle tekfir etmeyiz, îman ismini onlardan yok etmeyiz.
Haricîler ise büyük günah işleyen bir müslümana kâfir diyorlar. Bize göre, bir müslüman, işlediği günahın helâl olduğunu kabul etmedikçe imandan çıkmaz. Haram olduğu kesin delillerle sabit olan bir işin helâl olduğuna inanan kimse ise kâfirdir. Biz, büyük bir günahı işlemesi sebebiyle bir müslümandan iman vasfını düşürmeyiz. Mutezile taifesi ise, büyük günah irtikab edenlerin imandan çıkacağına fakat, kâfir de olmayacağına inanmaktadırlar. Onlar, bu yük günah işleyenler için küfür ile iman arasında bir mertebe ispat ediyorlar ve büyük günah işleyen ne mümindir, ne kâfirdir, diyorlar. Halbuki diğer taraftan, büyük günah işleyen bir müminin ebediyyen Cehennemde kalacağına da inanmaktadırlar. İmam Ebû Hanîfe'nin, Cehm'e “Çık ey kâfir!” sözü, bidat ehlinden de olsa, kıble ehli olan günahkâr kişilere kâfir demeyi nefyetmekte sözü genişletmeğe sonra kâfire benzetmeğe hamledilmiştir.