"...tam on iki gün ve on iki geceyi galiçya dağlarında soğukla ve yağmurla ve buzla ve çamurla ve bıçak gibi keskin taşlarla ve çivi gibi fundalıklarla ve ara sıra kısacık dinlenme fırsatlarıyla ve yetmezmiş gibi dövüşlerle ve saldırılarla ve ulumalarla ve böğürtülerle geçiren, sütten kesilmemiş yavrusuyla kaybolmuş bir ineğin hikayesi, tam on iki gün ve on iki gece çevresini kurtlar sarmış, inek bu uzun mu uzun savaşta hem kendisini hem de yavrusunu savunmak zorunda kalmış ve her yanda dişler, açık çeneler, ani hamleler ve elbette ki boynuz darbeleri varmış, ölümün kıyısında yaşamanın ıstırabının yanı sıra, kendi canı ve kendini koruyamayacak kadar küçük bir yavrucak için savaşmak zorunda kalmış ve tüm bunlar yaşanırken, sırtları kambur, kulakları dimdik kurtlar sinsice yaklaşırken, o yavrucak annesinin memelerine uzanarak yavaş yavaş emiyormuş. Subhro derin bir soluk aldı ve devam etti, on iki günün sonunda inekle yavrusu bulunmuş ve kurtarılmış, zaferle köye dönmüşler ama hikaye burada bitmemiş, iki gün daha sürmüş, çünkü o artık cesur bir inekmiş, kendini savunmayı öğrenmiş, sonunda inek ölmüş, onu öldürmüşler, on iki gün boyunca yenilgiye uğrattığı kurtlar değil, onu kurtaran insanlar, belki de sahibi öldürmüş, dövüşmeyi öğrenen ineğin o daha önceki barışçıl, her şeye kafa sallayan hayvan olamayacağını anlamışlar."