Zehra Çiğdem Özcan ve Cemal Bâli Akal hukuktan sinemaya aralanan aykırı kapıyı açıyorlar. Yasa,yargı, adalet, eşitlik, ifade özgürlüğü, ataerkil baskı, ırkçılık, ayrımcılık, geçmişle yüzleşme… üstüne yoğunlaşarak, ideal bir hukuk anlayışının tökezlediği filmlere öncelik veriyorlar. Özcan’ın deyimiyle, delilsiz gözaltılar, tutuklamalar ve yargılamaları, atomu parçalayan fizikçi ciddiyetiyle bir çocuğu bile güldürecek iddiaları ortaya atanları, sıradan bulguları cinayete, örgüte ve komploya aynı ciddiyetle bağlayanları, kurdukları hakimiyeti her ne pahasına olursa olsun korumak için sinekten yağ çıkaranları, önüne kim gelirse gelsin düşman ilan etmekten çekinmeyen, keser dönüp sap döndükçe dün suçladığını bugün aklayan, bugün suçladığını yarın pamuklara saran adalet bekçilerini ve onların kurbanlarını anlatıyorlar.
❝Türkiye sinemasında yargılama filmlerinin neredeyse yokluğunun en önemli nedeni, hukukun, devlet eliyle toplum kuruculuğu ve toplumdan ayrı düşünülememesi, gündelik yaşamda istisnai bir hal olmayıp tüm yaşamın göbeğinde yer alması, insanın başına bir şey gelmediği sürece uzak durulan değil, her alanda ve anlamda uzak durulamayacak kadar yaşamsal olması gibi konularda yurttaşların bilgisizliği ve ilgisizliği nedeniyle sinemacıların bu alandan uzak durmuş olması olabilir.❞