Bazı kitaplar vardır, yazarının hayatını öğrendiğinde kurgu ve gerçeklik öylesine bütünleşir ki hafızalardan asla çıkmayacağına emin olur. Frankenstein bu kitapların en güzel örneğidir.
Yazar Mary Shelley ve diğer yazar arkadaşları bir kurgu yarışına girer. En korkunç hikayeyi yazan kazanacaktır. Shelley uzun süre çabalar fakat hiçbir şey kurgulayamaz.
Kaybettiği bebeklerinin acıları üstüne kabuslarından arınamayan yazar, nihayet bir gece bir kabus görür. Yaratık doğmuştur. Tek yapılması gereken yazmaktır.
Bu kitabı yıllarca görmezden gelmiştim. Çünkü Frankenstein hem kapağı hem de ismiyle bana sadece saçma bir yaratık masalını çağrıştırıyordu. Çirkin varlıkları bırak sevmeyi, tanımak bile istemememiz hem acıklı, hem de kitabın anlatmak istediği ile tamamen uyumlu.
Kitabın daha ilk sayfasında kitabın harikalar yaratacağını biliyordum. Yıllarca süren önyargımdan dolayı kendime kızmadım, çünkü daha erken okusaydım kitabın hakkını veremezdim.
Kısacası Mary Shelley, biricik yaratığı Frankenstein aracılığı ile çoğumuzun kendine sorduğu bir soruyu tekrarlıyor.
"Madem sevmeyecektin, beni neden yarattın?"