Frankenstein gibileri toplumda barınmaya devam ettikçe dünya her geçen gün daha kötü bir yer haline gelmeye mahkum. Frankenstein'a ister anlık bir hevesle çocuk yapıp daha sonra onunla ilgilenmeyen, sevgi göstermeyip onu aynı hevesi alınmış oyuncak gibi kenara atan ebeveynler deyin, ister öğrencilerine adaletli davranmayan, kendisini onlardan üstün gören öğretmen, ister işçisine konuşma hakkı tanımayan patron... Frankenstein gibileri yaşamaya devam ettikçe onun yarattığı ifritler de çoğalmaya devam edecek ve sadece etrafında bulunan insanları değil, nihayetinde hem kendisini hem de yaratıcısını yok edecek. Geriye kalan şey ise, o ifritlerin haksız yere öldürdüğü insanların kanlarının üzerimize sinen kokusu, tecavüze uğrayan kadınların kabuslarımıza giren çığlıkları, hakkı yenmiş mazlumların kulak zarımızı delen sessiz iniltileri olacak. Buna rağmen insanlık yine de kendi yarattığı ifritlere biraz sevgi, bir parça ilgi göstererek sorunu çözmek yerine onları daha çok dışlayarak kendi kendisinin kuyusunu kazacak ve durum aynı Frankenstein'ın ifritinin dediği raddeye gelecek: "Sen benim yaratıcımsın ama ben senin efendinim. İtaat et!"
Kitabın dili akıcı olmasına karşın kitabı öne çıkaran şey anlatımı değil, anlattığı şey. Mary Shelley'i o dönemde böyle bir kitap yazmaya iten sebep onun ileri görüşlülüğü değilse eğer, toplumlar yüzyıllardır zerre ilerleyememiş demektir. Ve ilerleyemeyen toplumlar gerilemeye mahkumdur. Yapılması gereken şey oldukça basit aslında: yanlışa yargılayarak değil; ilgilenerek, sevgiyle yaklaşmak.