Yıllar sonra, günlüğünde kendisini tasvir eden çeşitli küçük çizimlerin yanına şunları yazdı: “hayatının en güzel şiirini yazan. …kendini doğuran kişi.”
Diego’ya, “Kızımın hasta bir insan olduğunu ve hayatı boyunca da hasta olacağını unutma; o akıllıdır ama güzel değildir. İstersen bu konuda biraz düşün; eğer yine de onunla evlenmek istiyorsan, sana izin veriyorum”, diyen babamdan başka kimse gelmedi nikâha.
“Frida’nın yanında hepimiz birer budalayız. Frida, döneminin en iyi ressamıdır,” diyordu. 1943’de yazdığı “Frida Kahlo ve Meksika Sanatı” adlı makalesinde şunları söylemiştir: “Meksika resminin son yirmi yıldaki panoramasına bakıldığında, Frido Kahlo’nun çalışmaları bir sürü basit mücavherin arasında bir elmas gibi parlamaktadır; onu diğerlerinden kesinlikle ayıran kıymetli taşlarıyla berrak ve sert.” Rivera’ya göre Frida, “Meksika rönesansının en büyük kanıtıydı.”
Frida’nın her zaman toplumsal bir iletişim şekli olan kıyafetleri, yıllar geçtikçe yalnızlığına karşı ilaç gibi geldi; hayatının sonuna geldiğinde ve çok hasta olduğu için sadece birkaç ziyaretçi kabul ettiğinde bile, her gün sanki bir şenlik için hazırlanıyormuş gibi giyinirdi. Kendini resmettiği portreler nasıl onun varlığını kanıtlıyorsa, kıyafetler de bu zayıf ve çoğunlukla yatalak olan kadının var olduğunu ve daha çekici göründüğünü hissetmesini sağlardı. Bu kıyafetler, aykırı bir şekilde hem maske hem de çerçeveydiler. Giyenin kimliğini görünüş açısından tanımladıkları için, onu ve ona bakanları içindeki acıdan uzaklaştırıyorlardı.