Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gayrimeşru İstanbul

Uğur Aktaş

Gayrimeşru İstanbul Sözleri ve Alıntıları

Gayrimeşru İstanbul sözleri ve alıntılarını, Gayrimeşru İstanbul kitap alıntılarını, Gayrimeşru İstanbul en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
İlk içki yasağı ve tepkiler
Gariptir, ilk içki yasağını içkiye düşkünlüğüyle tanınan II. Selim koyar ama işler sandığı kadar kolay gitmez. Yasakla beraber ayyaşlar, akşamcılar, tektekçiler ve çoğu gayrimüslim olan meyhane esnafı açıkta kalınca ilk iş olarak evlerin alt katları meyhaneye çevrilir ve adına da koltuk meyhaneleri denmeye başlanır. Ama bu durum türlü rezillikleri de beraberinde getirir. Gelen geçene laf atmalar, sataşmalar başlar, hatta öyle bir hale gelir ki yoldan geçen zavallı bir müezzini zorla koltuk meyhanesine sokarlar, üstüne şarap döküp dalgalarını geçerler.
Sayfa 109 - Cumartesi Kitaplığı
Esrar kahvehanelerin babası Neyzen Tevfik
Ney üfleyip şiir okusun diye defalarca yalılara ve konaklara davet edilen, ancak hiçbir seferinde bu kahvelerdeki huzuru ve haneberduşlarla yaptığı muhabbetin tadını bulamayan Neyzen'in burada kimsenin oturtulmadığı özel bir kereveti vardı. Dilediğin de çiftkâğıtlısını sarıp içtiği, dilediğinde demlendiği, dilediğinde muhabbete katıldığı, dilediğinde şiir okuyup ney üflediği bu kahvelerde "Baba" diye anılan Neyzen, saltanatı kısa sürse de hayli hoş tutulmuştu. Kahve sahibi Gavran Mustafa "A be godoşlar, ayırasız babanın manosunu" dediğinde, müdavimler arasında toplanan bir avuç bozukluk Neyzen'in minderinin altına sokuşturulur, böylece ertesi günkü yolluğu çıkmış olurdu.
Sayfa 85 - Cumartesi Kitaplığı
Reklam
Maymunları idam eden gerizekâlı yobaz;
Abdülkerim Efendi, saraydan aldığı güçle aklına eseni yapan, oldukça pervasız ve sinirli bir tiptir. Aynı zamanda çok iyi bir hatiptir ve insanları peşinden sürükleme konusunda çok beceriklidir. Abdülkerim Efendi, bir gün okuduğu kitapta bir cümleye rastlar. Kitapta anlatılana göre, maymunlar fuhşa alet oluyorlardır. Hemen aklına Azapkapı'daki maymuncu dükkânları gelir. O gece maymunlar ile insanlar hakkında neler düşündü bilinmez ama, sabah yanında onlarca adamla bugünkü Unkapanı Köprüsü'ne doğru yürümeye başlar. Maymuncu esnafı daha ne olduğunu anlayamadan dükkânları talan edilir. Biçare maymunlar kafesinden çıkartılır ve alet oldukları suçun cezasını çekmeleri için teker teker civardaki ağaçlara asılarak idam edilir. Abdülkerim Efendi ve çevresindekiler rahatlamış, normalde daldan dala hoplayıp zıplamaları gereken maymunları asarak milleti bu ahlaksızlıktan kurtarmışlardır artık.
Sayfa 30 - Cumartesi Kitapları
Osmanlı’da çıplak kartpostal satışı;
Louis-Jacques-Mandé, 1800'lerin başında dünyanın ilk çıplak kadın fotoğrafını çeker. Birkaç yıl sonra genelde zenginlerin tekelinde olan çıplaklık halka doğru yayılınca bu kartpostallardan İstanbul'da da görülmeye başlanır. Ancak henüz "yerli" kadın fotoğrafları yoktur. El altından dolaşan kartpostallar, genelde Fransa'da çekilip çoğaltılmış ve üzerinde "orient woman" veya "ottoman woman" yazan fotoğraflardır. 1880'li yıllarda Galata'da çekilen çıplak kadın ve oğlan resimlerinin altına da Fransızca ve Türkçe olarak "İstanbul'un Rum kadını güzeli", "Galatalı güzel Rum oğlanı" yazılır. Ancak ilk yıllarda resmi çektirenin başına bir iş gelmesin diye çıplak kadın ve oğlanların eline Yunan bayrağı tutuşturulur. Birkaç yıl sonra bu iş iyice yaygınlaşmaya başlayınca resimler katalog halini alır ve çıplak resimci, şayet içlerinden birini seçerse müşterisini sermayenin çalıştığı eve götürerek ekstra hizmet ve elbette ekstra ücret alır.
Sayfa 14 - Cumartesi Kitaplığı;
Cağaloğlu'nun divanesi Sıtkı, daha çok Çatalçeşme Sokak ve civarında gezinip sakız satar. Sultanahmet doğumludur. Sabahları Sultanahmet Köftecisi Selim Usta'nın dükkânında mal taşıyarak, cumaları Molla Feneri Camii'nde hasırları serip kaldırarak geçinir. Belli başlı tanıdıklarının cebine elini daldırıp istediği kadar para alır. Genelde gündem hakkında konuşur, ancak en meşhur lafı sakız satarken söylediği, "Ölüm var ulan, sakız alın!" dır.
Sayfa 102 - Cumartesi Kitaplığı
Esrar Kahvehaneleri
Yakın döneme kadar İstanbul'un aşağı yukarı her semtinde bir esrar kahvesi bulmak mümkündü. Eski keyifçiler kafalarını kırmak istediklerinde bu kahvelerden birine uğrar, birkaç duman aldıktan sonra diğer bir esrar kahvesine doğru yollanır, bu böyle beş altı kahve gezene ve nihayet birinde bayılana kadar devam ederdi.
Sayfa 81 - Cumartesi Kitaplığı
Reklam
:D
Zampara açısından baskınlardan kurtulmanın iki yolu vardı. Arka pencereden bahçeye, çatıdan komşu evin damına atlayabilen rezaletten kurtulurdu. Ikinci yol ise, zamparanın isteğiyle baskının başındaki imamın zampara ile sermayeyi nikâhlamasıydı.
Sayfa 73 - Cumartesi Kitaplığı
:D
Bilen bilir, güzel Türkçemizde, "kalkmış sikin dini imanı olmaz" ve "vereni cami avlusunda sikerler" diye iki güzide deyim vardır. Bu iki deyimin bize anlattığına göre fuhuş, hadi diyelim cinsel münasebet için zaman ve mekânın pek bir öne mi yoktur.
Sayfa 103 - Cumartesi Kitaplığı
Koltuk evlere baskınlar:
Bir eve yabancı erkeklerin girildiği görüldüğünde, önceden haber alırlarsa kaçamasınlar diye bahçe kapısı iple bağlanır veya halkalarına sopa geçirilirdi. Ardından kahveden gençler toplanır, bunlardan biri imam ve zaptiyeyi çağırmaya giderdi. Daha sonra çalınır ve içeridekiler ufak bir hırgürden sonra zaptiyeye teslim edilirdi. Bu, nispeten patırtı kütürtü yapılmadan verilen baskındı. Bir de alayişli baskınlar vardı ki bu baskınlarda tüm mahalle, hatta semt ayağa kalkardı. Fuhuş yapıldığı anlaşılan evin önüne gelen gençlerden biri, "Adam aman adam aman para var / Cebimde üç mecidiye on kuruş yüz on para var / Şu benim karşımdaki evde bir çift zampara var" diye bağırıp baskını başlatırdı. Ardından evin tüm cam çerçevesi taşlarla indirilir, kapı kırılarak içeri dalınır ve zamparalar tekme tokat dışarı atılırdı. İbret olsun diye erkekler don paça çıkarılır, ancak "taze gençlerin gözü açılmasın" diye kadınların giyinmesine izin verilirdi.
Sayfa 72 - Cumartesi Kitaplığı
Hamamcı esnafında Külhanbeyleri;
Külhanbeyi adayının 11-15 yaş aralığında olması gerekirdi. Anasız babasız olması özellikle tercih sebebiydi. Külhanbeyi olarak seçilen çocuk 10 sene kadar çalıştıktan sonra 23 yaşında külhandan ayrılırdı. Her hamam külhanında on külhanbeyi bulunur, bunların hepsine birden deste denir, ayrıca onlardan sorumlu bir destebaşı olurdu. Destebaşı, adaya, "Burada verilen her emre uyacaksın. Etini kesip şarabımıza kebap yapsak bile ağzını açmayacaksın, razı mısın?" diye sorardı. Külhanbeyi, razı gelirse adayı anadan doğma soyar, yırtık bir gömlekle yırtık bir don giydirerek mesleğe kabul törenini başlatırdı. ilk gece şerefine pilav ve helva ziyafeti verilir, ancak bunun için gerekli olan malzemeyi adayın dilenerek toplaması gerekirdi. Külhanbeyi adının kötü anlamlar kazanmasındaki en büyük pay bu âdetti, zira külhanbeyinin yılışık, ısrarcı, yüzsüz, sırnaşık, gerçekte olduğu gibi tavırları ve yaşantısıyla da "piç" olması beklenirdi. Ziyafet için gerekli malzemeyi bulup getiren aday, ziyafet sırasında bir elinde testi, diğer elinde maşrapayla çıplak bir şekilde bekler ve dileyene su vererek sakilik ederdi.
Sayfa 65 - Cumartesi Kitaplığı
Reklam
Osmanlı’da recm vakası;
Eski İstanbul'da fuhşun cezası genelde rezil olmak, dayak yemek, birkaç gün karakolda kalmak ve en kötüsü şehirden sürülmekti. Ancak fuhşun taraflarından biri Müslüman bir kadın, diğeri de bir gayrimüslim erkekse durum hayli değişirdi. Bu türden bir ilişkinin cezası taşlanarak öldürülmekti. Osmanlı döneminde infaz edilen ilk ve tek recm cezası, 1680 yılında gerçekleşti. Haffaf Abdullah adlı yeniçerinin karısı Ayşe, Mihail adlı bir Yahudi genciyle basıldı. Atmeydanı'nda, Dikilitaş'ın yanında kazılan bir çukura yarı beline kadar gömülen kadın halkın attığı taşlarla öldürüldü. "Tunc Ejderha Zaniyesi" adıyla anılan bu olaya benzer bir de "Gümüşen daze Vakası" vardı. Ermeni bir genç ile Vefalı bir kadın arasında geçen bu baskın hikâyesindeki infaz gizlice yapıldı ve zaniye denize atılarak boğuldu.
Sayfa 74 - Cumartesi Kitaplığı
Osmanlı’da uygulunan en kanlı infaz!
Osmanlı'da uygulanan en kanlı, acılı ve rahatsız edici infaz yöntemi ise çengele vurmaktır. Kaynaklara göre, Yedikule, Eminönü ve Fener'de olmak üzere İstanbul'da üç çengel vardır. Genelde seferden dönen donanma gemilerinde getirilen korsanlara uygulanan bu ceza, "çengel çiçeği" deyiminin de kaynağıdır. Kalın kalaslardan yapılmış kuleye benzeyen bir düzeneğin üstünde kasap çengel lerine benzeyen çengeller bulunur. Cellatlar suçluyu çırılçıplak soyduktan sonra makaralı bir düzenekle kaldırıp çengellerin üzerine atar, suçlu şanslıysa çengel hayati organlarından birine denk gelip kısa sürede ölür. Ancak genelde vücudunun herhangi bir yerinden çengele takılır ve günlerce süren acılar içinde ölümü bekler. Çengel cezası tellallar vasıtasıyla şehir halkına duyurulduğu için kalabalık bir halk tarafından seyredilir.
Sayfa 131 - Cumartesi Kitaplığı
Fenersiz gezme yasağı
Fenersiz gezme yasağının uygulanmasında en acımasızı, bir ara topçubaşılık da yapan Çengeloğlu Tahir Paşa'ydı. Yatsı namazından sonra fenerli veya fenersiz her kim sokakta yakalanırsa sıraya dizdirir, aralarından suçlu olanları karakol gemisinde boğdurup diğerlerinin gözü önünde denize attırırdı. Bu konuda anlatılan bir olaya göre, Tahir Paşa önüne dizilenlerden birine gece sokakta ne işi olduğunu sorar. "Zevcemin ağrısı tuttu, ebe çağırmaya gidiyordum," cevabını alır. Bunun üzerine, "Bu seferlik kurtuldun. Ama söyle zevcene, bir daha gece vakti sancılanmasın," der.
Sayfa 119 - Cumartesi Kitaplığı
Çıplak Kartpostallar
Çoğunluğu gayrimüslim olan çıplak resimciler, genelde kozmetik eşyalar arasına sakladıkları kartpostallardan birkaçını, "Yusel kartpostallarım var, vereyim mi yozum" diyerek müşterisine gösterir, rağbet görürse, "Daha ekstrasını istersin yozum?.. Öyleysem buyur yüz numeroya, orada rahat rahat bak!" diyerek alışverişini görürdü.
Sayfa 13 - Cumartesi Kitaplığı
Koltuk evler;
Namlı genelevlerin dışında, bir de koltuk diye tabir edilen evler vardı. Baskına konu olan da bu evlerdi. Diğerlerine nazaran daha az sermayenin çalıştığı ve daha genel bir hizmet veren bu evlerin sermayeleri müşterileriyle gündüz anlaşırlardı. Çarşılar da, vapurlarda, meydanlarda, mesirelerde piyasaya çıkan sermaye, kendisiyle ilgilenen bir müşteri olduğunda kaşı gözü, mendili veya şemsiyesiyle işaret verirdi. Mesela, şemsiyesini sol ayağına doğru çapraz tutarsa bu açık ve teklifsiz bir davetti. Şemsiyesini soldan sağa çevirirse hadi gidelim, açıp kaparsa bu gece, açıp kaldırırsa yarın gece gel demekti. Müşterisiyle bir şekilde konuşma fırsatı yaratan sermaye evin tarifini ve parolayı söyler, yatsı namazından sonra müşteriyi evinde beklerdi.
Sayfa 72 - Cumartesi Kitaplığı
65 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.