Ekonomik buhran dönemi, yoksulluk, göç, makineleşme, sermayenin belli ellerde toplanarak insanları zulüm kıskacına alması ve sürekli artacak üretim çılgınlığının başlamasıyla kapitalizmin doğuşu, sömürü düzeninin oluşmaya başlaması… Bir dönemi yansıtması ve belli olguları çarpıcı bir biçimde anlatması bakımından değerli bir kitap. 1900’lerin ilk yarısını anlattığı için bozulmanın başlangıcını, eskinin nasıl yıkıldığını görebiliyoruz.
Kitapta insanların yaşam kavgası, yoksulluğa ve zor şartlara rağmen ayakta kalma çabası anlatılıyor. İnsanların asıl sistemle kavgaları ufak tefek kıvılcımları saymazsak yok. O kavga
Bitmeyen Kavga kitabında var. Bitmeyen Kavga bu kitabın bir dalı, ara bölümü gibi. Gazap Üzümleri’ndeki Tom’un akıbetini merak eden
Bitmeyen Kavga ’ya başlayıp Tom’u oradaki baş karakterin yerine koyarak kitabı okuyabilir.
Peki bu kitabın anlattığı dönem hikayesi ve olgularının dışında bize alt metinlerle verdiği mesajlar neler?
YİNE NE VARSA YOKSULDA VAR
Gerek başlardaki; barda kamyon şoförlerinin şahit olduğu ekmek sahnesi gerek aralardaki ‘ekmeğini aç olanla böl oğlum’ anlayışı gerekse de sondaki final sahnesi yoksulluğuna rağmen varsılların gösteremediği mertliği ortaya koyan gönlü zenginlere dikkat çekiyor sürekli. Cebinde olmayan gönlünde taşıyor diyor adeta. Hatta Steinbeck, bunu davranışlarla göstermenin de ötesine geçip kendini tutamayarak bir karakterine açıktan da söyletiyor; "Bir tek şeyi iyice öğreniyorum," dedi. "Her zaman, her gün, hep aynı şeyi öğreniyorum. Başın dertteyse, canın yanmışsa, bir şeye ihtiyacın varsa... fakir insanlara git. Sana ancak onlar yardım eder... yalnız onlar." (Syf 461)
BİRLEŞİRSEK TOK OLURUZ, BÖLÜNÜRSEK YOK OLURUZ
Değişen sistem ve bankaların mülk sahibi olmaya başlamasıyla, çok iyi çiftçi olsa dahi tüccar olmayı başaramayıp tutunamayanların sayısı ve uğradıkları zulüm her geçen gün artmaktadır. (Tıpkı bugün bankaların, borçlu olup da borcunu ödeyemeyecek durumda olanların malına yarı fiyatına, üçte bir fiyatına değer biçip el koyması gibi değil mi?) Romanda tarla sahibi çiftçiyken işçi durumuna düşenlerin yaşadığı adaletsizlikleri görürüz. Çaresizlik içinde yere çökenler yan yana geldiğinde sesleri daha gür çıkar. Benzer sahneler ve alttaki o mesaj romanın birçok yerinde döner durur. Steinbeck aslında bize sürekli Yunus Emre’nin “Bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz” sözünden destek alarak ifade edersek “Birleşirsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz” diyor. Ayrı ve ümitsiz durmak yerine birleşerek kararlı biçimde karşı koymayı öneriyor.
‘Günlerden bir gün bize fasulye verdiler. Ekşimişti. Adamın biri bağırmaya başladı, hiçbir şey olmadı. Bağırdı, çağırdı durdu. İdare görevlisi geldi, baktı, gitti. Derken bir başka adam bağırmaya başladı. En sonunda hepimiz bağırdık. Hepimizin sesi aynı tona büründü. Bak, işte o zaman koca bina sanki şişti, kabardı, büyüdü. Tanrım! O zaman bir şeyler olmaya başladı işte! Koşa koşa geldiler, bize başka bir yemek verdiler... verdiler... anlıyor musun?"’ (Syf 468)
ADALETE DAYANMAYAN KUVVET ZALİMDİR
Güven ve asayişin temini olan kolluk kuvvetleri (polisler, vs.) eğer işlerini adaletle yapmayıp gücün yanında yer alırlarsa toplumun şirazesi hepten kayıyor ve zulmün şiddeti katmerleniyor. Üstelik bu olayları çözmek şöyle dursun, durumu daha da karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getiriyor. Bunun için Steinbeck, adaletsiz polisin olmadığı kendi halinde kavgasız yaşayan insanların oluşturduğu küçük bir devlet kampıyla bize; böyle olacaksa polis vs. hiç olmasın insanlar anlayış ve dayanışmayla da sorunlarını çözebilirler diyor. Ortaya konan resim bize Blaise Pascal’ın o müthiş vecizesini anımsatıyor: “Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.”
Roman verdiği mesajlarla birlikte, bir dönem Amerika’sını gerçeğe yaslanarak dramatik bazı sahnelerle ortaya koyduğu için etkileyici bir niteliğe sahip. Ancak anlatım bakımından birtakım dezavantajları da var. Steinbeck’in uzun betimlemeleri, lüzumsuz yere lafı dolandırmaları ve fazlaca konu dışına çıkarak ayrıntıda boğulması okuyucunun dikkatini dağıtırken, okuma sürekliliğini de etkiliyor. Ayrıca bu yüzden romanın hacmi de gereğinden fazla artmış oluyor. İlla bu hacimde olacaksa anlatılan konulara dair devam niteliğinde çarpıcı adımlar ya da olay örgülerini tercih ederdim. Bu romana dair eleştirimdir. Evet, roman etkileyiciydi ve bir döneme dair detaylı bir portre çizdiği için unutulmayacak bir eserdi. Ama işlenmesi bakımından
Cennetin Doğusu ’ndaki profesyonelliği, planlı çalışmayı göremedim. Cennetin Doğusu anlatım bakımından daha hesap edilerek yazılmış bir eserdi. Muhakkak 13 yıl sonra çıkmış olmasının etkisi vardır. Steinbeck,
Cennetin Doğusu için boşa; "Bugüne kadar yazdıklarım, bu kitap için bir hazırlık niteliğindeydi” dememiş, buna şimdi ikna oldum :)
Kitaptaki bazı bölümler eserin çekirdeğini oluşturuyor. Bu kısımlarda düzen-sistemin işleyişi sübjektif yansımalarıyla verilirken genel olay akışı da bu anlatılan kısımları beslemek, daha etkili kılarak desteklemek için kullanılıyor. Mesela; 19. Bölüm bunun en bariz örneği. Bu kısımda romanın temellerini bulmak mümkün. Yine 21. ve 25. bölümler de aynı minvalde, sistemi anlatıp aktarılmak istenen fikri veriyor.
Roman için şunu diyebiliriz: İnsan olmayı önemseyip, insan haysiyeti ve onurunu üste koyan, sömürü düzenini kıyasıya eleştirip insanları tekil uyuşukluktan uyanmaya çağıran etkileyici bir eser. -7.5/10-