Birden gözlerini kapadı; yukarı doğru çekildiğini hissetmişti, tıpkı denizin yemyeşil derinliklerinden suyun yüzeyine doğru yükselen bir dalgıç gibi. Korku ya da büyük bir üzüntü sırasında, aklın durup beklediği anlar olur; düşüncelerle örülü bir sessizlik içinde, bir sırra erecekmişçesine bir bekleyiş; uykuya benzer, olağanüstü bir boşalmaya, ruhun vücuttan aynlışına benzer; işte o anlarda, sessiz, uzak, kendiliğinden doğup gelen düşünceler gezinir kafada: evet, Miriam adlı bir kızla hiç tanışmamış olsaydı, ne değişirdi o zaman? Sokakta da böyle korkmamış mıydı? Sonunda, her şey gibi, bunun da bir önemi kalmayacaktı. Çünkü Miriam'a kaptırdığı tek şey benliğiydi, onu da yeniden ele geçiriyordu; bu odada oturan, kendi yemeklerini kendi pişiren, bir kanaryası olan insanı bulmuştu; güvenebileceği, inançla bağlanabileceği insanı, Mrs. H. T. Miller'i bulmuştu.