Teknik açıdan kusurlu, ancak toplumsal bir gerçeği slogancılıktan uzak , eleştirel bir dille yansıtan başarılı bir roman. Yüzeysel bir okuma yaptığınızda “Evlilikten, ev içi görevlerden, annelikten sıkılıp evliliğini bitiren, kendini var etmek isteyen burjuvazi bir kadının sancıları” olarak değerlendirebilirsiniz. Ayrıntılar irdelendiğinde ise merkezi kişi Nuray’ın evliliğini bitirmesine rağmen aradığı doyuma ulaşamamasının arkasında “evlilik kurumunun kadını kısıtlaması”nın değil, toplumsal baskının kadını evlilik dahil her alanda kısıtlamasının yattığına şahit oluyoruz. Bu baskı Nuray’ı küçük bir kız çocuğu iken erkekler gibi oynamak istediğinde, evlendiğinde, anne olduğunda, boşanıp yalnız bir kadın olarak yaşadığında, çalışma hayatına girdiğinde, yürüdüğü sokaklarda, günün karanlığa teslim olan saatlerinde, hatta yazdığı romanında bile ürkütücü bir gölge olarak takip etmekte. Belki de Özakın, Nuray’ın evliliğini infilak ettirmesine, başarılı bir kadın yazar olarak ödül almasına rağmen aradığı özgürlüğe kavuşamamasında bize şu mesajı vermek istiyordur: “ İnfilak etmesi gereken toplumun zihniyetidir. Bu zihniyet infilak etmediği sürece, kadınların kurtuluşu mümkün değil.” Ayrıca çok güzel bir ayrıntıya daha yer veriyor Özakın romanında, Nuray sorguladığı toplumsal baskılardan tek başına zararlı çıkmıyor. Sürüklendiği bunalıma eşi Cemil de dahil. O hâlde diyebiliriz ki bir kadının maruz kaldığı toplumsal baskı yalnızca kadınları değil erkekleri de mutsuz eder. Kadın yıkılır, yuva yıkılır, erkek bu yıkıntıların altından kadından daha az zarar görerek çıkamaz.