Ben, Risale-i Nur’a kavuşuncaya kadar matbuatımızda ve kitaplarımızda Kur’ân-ı Kerimin kıymetini anlatan tek bir yazı okumamıştım. Sonradan anladım ki, Kur’ân-ı Kerimi yarım asırdan fazladır, bizde yetişen ediplerden ziyade, ecnebibüyükleri takdir ediyorlarmış. Amerika’da Beyaz Saray’da bütün dünyanın ve kâinatın güneşi olan Kur’ân-ı Hakîm yeşil ipekliler arasında lâyık olduğu yüksek mevkie konuyormuş. Mucitler, feylesoflar, psikologlar, sosyologlar, pedagoglar Kur’ân-ı Kerimi esas tutarak yazılmış olan eserleri okuyorlar; o şahsiyetler bu mukaddes kitaptan aldıkları malûmat ile eserler yazarak dünya çapında şöhret kazanıyorlar. İnsanlığa, milletlerine hizmet ediyorlarmış. İsveç, Norveç ve Finlandiya’da en büyük ilim adamlarından müteşekkil bir heyet meydana getirmişler, gençlerin kurtuluşunu sağlayacak halâskâr bir kitabı senelerce aramışlar, nihayet gençliği en yüksek ahlâk ile ahlâklandırmak ve dünyada açık fikirli, müstakim ilim adamı yapmak için Kur’ân-ı Kerimi okutmanın yegâne çare olduğu neticesine varmışlar.
Hz. Muhammed(sav) bir hadisinde, "Cenab-ı Hakk'ın cennete en son girecek olan kişiye dünyanın on misli kadar bir yer vereceğini" buyurmuştur.
(Buhari, Rikak 51, Ezan 129; Müslim iman 308, 311...)
Çocuklarını sevip okşamak zevki, Cennet tenâsül yeri olmadığından, Cennette yoktur zannedilirdi. İşte bu sûrette, o dahi vardır. Hem en zevkli ve en şirin bir tarzda vardır. İşte, kable’l-bülûğ evlâdı vefât edenlere müjde!