Yüzyıldan beri işçiler bu olağanüstü gelişen refah ve zenginlikten hak ettiği payı alabilmiş miydi?
Özgürsünüz diyerek, işçileri bir köşeye atmışlardı.
Yakalarını asla sıyıramadıkları açlıktan ölmeye özgürdüler.
Yiyip içip keyiflerine bakan, seçildikten hemen sonra yoksulları eski çizmeleri kadar bile hesaba katmayan bu yiyici takımını seçmek teknelerine bir ekmek olsun getirmiyordu.
"Yüz yıldır olağanüstü bir biçimde artan zenginlik ve refahtan emekçilerin makul bir pay aldıkları söylenebilir miydi? Özgür oldukları söylenerek işçiler bir kenara atılmıştı, evet, onlara açlıktan ölme özgürlüğü tanınmıştı, onlar da bu özgürlüğü doyasıya yaşıyorlardı. Seçildikten sonra yoksulları eski çizmeleri kadar bile önemsemeyen ve ceplerini doldurup keyiflerine bakan alçaklara oy vermek karın doyurmuyordu. Hayır, bu işe ister yasalar uyarınca yapılacak iyi niyetli bir anlaşmayla, isterse her şeyi yakıp yıkarak şiddet yoluyla bir son vermek gerekiyordu."
Her şeyi öğrenmenin ve her şey söylemenin zamanı gelmedi mi?
Bir toplum kokuştuğunda, toplum düzeni sarsıldığında gözlemcinin ve düşünürün görevi ortaya çıkan her yeni yarayı beklenmedik her yeni sarsıntıyı not etmektir...
Bir dünyanın yıkıntılar üstünde yaşıyoruz.Görevimiz bu yıkıntıları açık yüreklilikle incelemektir korkmadan ve yalan söylemeden...
Geleceğin dünyasını ancak böyle kurabiliriz!!