Gılgamış Ut-Napiştim'e dedi ki yine:
"Eh, dedim, Ut-Napiştim'e gideceğim ben,
Uzaktaki Ut-Napiştim'e gideceğim ben!
Dönüp dolaşmadığım yer kalmadı,
en aşılmaz dağları aştım,
geçtim bütün denizleri;
uyku nedir bilmedi yüzüm,
uykusuzluk canıma yetti nerdeyse,
etlerim sızladı çektiğim sıkıntılardan.
Daha İçkicibaşı'nın evine gelmeden
bütün giysilerim paramparça olmuştu.
Ayılar öldürdüm, sırtlanlar, arslanlar, parslar,
geyikler, daha bir sürü yaban hayvanı öldürdüm
etlerini yemek, postlarıyla örtünmek için.
Ah, kapatabilseydim korkuya, kaygıya kapımı,
tıkanmış olsaydı ziftle, katranla.
Ama yazgı gün yüzü göstermedi bana,
tüketti beni, ben zavallı!"
Yaklaşık beş bin yıl öncesinden yankılanan bu dövünmeler, insanın temelinin çok da değişmediğini öğretti bana.
Ön yargısız okuyun lütfen bu kitabı. Her okuyucunun değindiği kısımlardan (tufan vs.) ziyade beni etkileyen iki kısım oldu. Birincisi kitabın başındaki Başlarken kısmında açıklanan, destanın aruzla yazılmış olması. Hatta bizim divan şiirinde ki "bahr-i recez" ölçüsüyle yazılmış olması. İkincisi ise Gılgamış'ın kendisini red etmesinden dolayı, Anu ile İştar arasında ki konuşmalarda geçen ;
"Sen benden Gök Boğası'nı istersen
Uruk ülkesinde yedi yıl saman yılı olacaktır,
bu nedenle buğday biriktir önceden bol bol !
ot biriktir önceden bol bol!" kısmı Yusuf peygamberin mısırda sultan olmasına vesile olan rüya yorumlamasını ve onu takip eden olayları hatırlattı.
Her okuyana farklı bir şeyler katacağına eminim.