Biliyor musunuz, şehrin merkezinde çinlilerin toplanıp go oynadığı bir meydan var. Oyuncular üzeri dama tahtası biçiminde oyulmuş masalara oturuyorlar ve birinin gelerek onlara meydan okumasını bekliyorlar.
Heyecan ve utangaçlık beni boğuyor.
Onu kucaklayıp sarılamayışım beni öldürüyor! Kolumu omzuna atamsam da, başını göğsüme dayamasa da, sadece parmaklarına hafifçe dokunabilmek bile beni mutlu ederdi. Yan gözle, ateşe atlamaya hazır bir pervane gibi yüzünü inceliyorum.
Japonlar eylemde, Çinlilerse ölümde muzaffer olmayı seçmiş. Toplu intiharlarının acıklı boyutu yürek burkucu bir ironi taşıyor. Ölümü bu kadar çabuk seçmek utanç verici bir duygu. Çin uygarlığı binlerce yıldır çok sayıda filozoftan, düşünürden ve şairden beslenmiş. Ancak onların hiçbiri ölümün eşi bulunmaz enerjisini alamamış. Daha alçakgönüllü olan bizim medeniyetimize yaraşan da çarpışmaktır.
Orduda, boyun eğmeyi ve alçakgönüllülüğü geliştirmek için subaylar kendilerinden alt rütbelileri ve askerleri kan revan içinde bırakıncaya kadar döverler ya da yanaklarını bunun için bile bileylenmiş bambudan cetvelle tıraşlarlar.