Muhtasar

Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz

Reşit Haylamaz

Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz Gönderileri

Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz kitaplarını, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz sözleri ve alıntılarını, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz yazarlarını, Gönül Tahtımızın Eşsiz Sultanı Efendimiz yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
...Efendimiz, bu esnada saflar arasından birinin hafifçe öne çıktığını görmüş ve yanına gelerek, biraz geri çekelerek hizaya gelmesi için elindeki okla bu sahabînin göbeğine hafifçe dokunmuş ve: - Sen de hizaya gir ey Sevâd, buyurmuştu. Sevâd İbn Gaziyye hizaya girmişti girmesine ama arkadan: - Yâ Resûlullah, diye seslenmişti. Bana eziyet verdin; Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, aynı şekilde kısas istiyorum! Sesin geldiği cihete yönelen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), hiç tereddüt etmeden karnını açtı ve: - Haydi, öyleyse kısas yap, diyerek Sevâd'ın vurması için yanına yaklaştı. Ashab-ı Bedir, taaccüp içinde gelişmeleri takip ediyordu. Efendimiz'in bu davranışı, kul hakkı adına herkese büyük bir ders veriyordu. Herkesin dikkat kesildiği Sevâd, önce eğilip Efendimiz'in karnından öptü ve arkasından da boynuna atlayıp O'na sarıldı. Niyeti anlaşılmıştı ve Efendimiz de sordu: - Peki, niye böyle bir şey yaptın ey Sevâd? Yâ Resûlullah! Gördüğün gibi savaş gelip çattı ve ben, öldürülmeyeceğimden emin değilim! İstedim ki, tenimin mübarek teninize değmesi dünyadan son nasibim olsun ve huzur- u ilâhîye ben bununla gideyim!
Çocuklarda Bedir hazırlığı
Çabaları netice vermişti; diğerlerine nispetle yaşı biraz daha olgun olan Umeyr İbn Ebî Vakkâs'a izin verilmişti. Elinde, uzunca bir kılıç vardı ve onu kuşanmakta zorlanıyordu. Ağabeyi geldi ve sevincinden uçacak gibi olan kardeşine yardım etti. Onu kuşanıp da giderken, kılıcın bir tarafı yerde sürükleniyordu.
Reklam
Güneş balçıkla sıvanamazdı ki... Güneşin ışınlarına karşı gözlerini kapatanlar, sadece kendilerine gece yaparlardı...
...Efendiler Efendisi sordu: - En yakın ev kimin? - Benim ev, ya Resûlullah, diye ileri atıldı Eba Eyyüb Hazretleri. İşte şu, benim evim ve işte onun kapısı da şu, dedi. Öyleyse, haydi senin evinde konaklayalım, buyurdu Allah Resûlü (sav). Öyleyse, içeri buyurun, dedi Eba Eyyüb ve böylelikle, yedi ay sürecek bir misafirlik başlamış oluyordu. Bu evin bir özelliği daha vardı; bu ev, yüzyıllar öncesinden Tubba melikinin, âhir zaman Nebi'si buraya hicret ettiği gün içinde kalsın diye yaptırdığı evdi. Şimdi bu ev, Allah'ın Resülü'nü ağırlamaya hazırlanıyordu.
Hicret...
Artık, Mekke'ye atfedilen son nazarlardı bunlar ve adeta Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke ile konuşuyordu. Hz.Ebû Bekir de dikkat kesilmiş, bu sessiz muhavereye şahit oluyordu. Dudaklarından şu cümleler dökülecekti: Vallahi de ey Mekke! Ben, senden ayrılmak zorunda kaldım! Şüphe yok ki sen, yeryüzünde Allah'a en sevimli olan beldesin. Allah'ın sana özel lütufları var! Allah'a yemin olsun ki, senin ehlin buradan beni çıkarmaya zorlamasaydı asla seni terk edip dışarı adım atmazdım!
Şimdi anlıyoruz ki, tamamlanan her şey, bundan sonra noksanlaşma süreci yaşayacak demektir.
Reklam
Hz. Hatice
Bir minnet duygusuyla yanına yaklaştı Allah Resûlü ve ifadede kelimelerin kısır kaldığı mânâ yüklü şu cümleleri sıralamaya başladı, titreyen dudaklarından tane tane: Benden dolayı, ey Hatice! Sen de, bu sıkıntılara katlanmak zorunda kaldın ve kâmetine göre bir hayattan mahrum yaşadın. Aslında sen bunlara lâyık bir kadın değildin. Keremine karşılık keremle mukabele bulmak varken sen, çile üstüne çile ve mihnetle mukabele gördün, demek istiyordu ve ilâve etti: - Ancak unutma ki Allah, her sıkıntı ve zorluğun arkasından, mutlaka hayrı kesir murad etmiştir...
Söylenilenleri sabırla dinleyen Efendiler Efendisi sözü aldı: Söylediklerinizin hiçbiri de bende yok! Benim niyetim, ne mallarınızı almak ne de üzerinizde saltanat kurup meliklik yapmak! Allah beni size peygamber olarak gönderdi ve bana kendi katından bir kitap verdi; ardından da sizi gelecek günleriniz adına uyarmamı istedi. Ben de, üzerimdeki tebliğ vazifesini yerine getiriyor ve size nasihat ediyorum. Şayet, benim size arz ettiğim hususları kabul edip benimserseniz bu dünya ve ukbadaki en büyük kazancınız olur. Şayet kabul etmeyip kulak ardı ederseniz, ben de Allah'ın emri gelip de sizinle benim aramdaki hükmünü verinceye kadar bana düşeni yapar ve sabrederim.
Mus'ab İbn Umeyr
Mus'ab'ın yeniden doğduğunu duymayan kalmamıştı artık Mekke'de! Beklediği gibi annesinin şiddetli tepkisiyle karşılaştı. Bir zamanlar el üstünden inmeyen Mekke'nin delikanlısı Mus'ab, artık "Allah" deyip "Peygamber"e hayranlığını ifade ettiği için her gün dayak yiyordu. "Onlarla irtibat kurmasın diye kuytu bir yere hapsetmiş ve başına da bir bekçi dikmişlerdi. Aklıyla gönlü Allah Resûlü'nün yanında ama bedeniyle kendi evinde hapis yaşıyordu artık!..
Belki bugün sıkıntı vardı, ama gelecek her günde, matem içinde geçecek değildi. Günün birinde kar ve buzlar eriyecek, insanlık semasında yeniden bir nevbahar yaşanacak, etrafa nurlar yağacak ve Rabb-i Rahîm'in arzu ettiği istikamette bir bayram yaşanacaktı.
Reklam
Bilal-i Habeşi
Yüz üstü kızgın kumlara yatırıyor ve güneşte kızarıncaya kadar işkence yapıyordu. Zaten takati tükenen Bilâl'in, söz söylemeye mecali kalmıyor; dudaklarından sadece bir kelime dökülüyordu: Ehad.. Ehad..! Bilal, o dünyayı da bilen birisiydi. Hayatı boyunca işkence altında yaşamaktansa, bugün katlanıp ebedî huzuru yakalamak vardı işin ucunda. Onun için dişini sıkmış ve 'zilletle yaşamaktansa izzetle ölümü çoktan göze almıştı.
Allah'ın selamı Senin üzerine olsun yâ Resûlullah, diye sesler geliyordu. Bu seslerin geldiği cihete yöneliyordu, ama hiç kimseyi göremiyordu. Çok geçmeden anladı ki, karşılaştığı her bir ağaç ve taş, O'nun önünde temenna duruyor ve kendisine selâm verip açıkça risaletini tasdik ediyordu.
Vahiy meleği Cibril-i Emîn gelmiş ve rahmet peygamberi Muhammedü'l-Emîn'e risalet vazifesini açıktan tebliğ ediyordu. İki emniyet, Nûr dağında birbirine kavuşmuştu ve böylelikle insanlığa yeni bir emanet geliyordu. Artık Nûr'un, Nûr'u karşılama mevsimi gelmiş; yeryüzünde nurlu bir süreç başlıyordu. Semâvî olanı, arzî olanını kucaklayacak ve "Oku!" diyecekti. Dağ ve taşın, taşımaktan âciz kaldıkları bir mesuliyetin konulmasıydı bu omuzlara... Vazifenin azameti karşısında hissedilen ağırlık, dayanılacak gibi değildi.
566 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.