"Hangi tatlı rüzgar söndürebilir hayallerimizi kundaklayan bütün o şuursuzluk yangınlarını?"
'Hangi altı çizili cümle ile başlasam' diye uzun uzun düşündüğüm bir vakitte kalbim bu cümleyi seçiverdi. O kadar altı çizili, o kadar kalbe değen, o kadar içli, o kadar naif, o kadar 'merhametli', o kadar haklı cümleler vardı ki... Öyle sarıp sarmalıyordu ki... Okuyanlar belki hissetmiştir; Nazan Bekiroğlu'nun zarafeti vardı bu kitapta. Ablam Gökhan Özcan için "Nazan Bekiroğlu'nun erkek versiyonu" demişti hatta.
Sayfalar ilerledikçe bir adam nasıl bu denli zarif olabilir diye geçirdim içimden çoğu vakit. Babam da "Filozof bu adam ya hu" demişti. Anlayacağınız evdeki hemen herkesin bir tanımlaması vardı Gökhan Özcan için. Sahi bendeki yeri neydi?
Birkaç kelimeye sığmaz ama...
Kendi kelimelerimi ararken, hissettiklerimi bulduğum bir kalemdi. Kalbimdeki yeri tam olarak bu: "bulmak". Bazen yitirdiğimi, bazen aradığımı, bazen korkularımı, bazen zamanı, bazen de kendimi...
"Bizler yakılıp yıkılmaya müsait şehirlerdik. Yağmalanmaya hazır çok eski söylenceler... Yenilmekle bitmeyecek kadar çoktu kendimizi kaybedişlerimiz."
Kırgınlığımı da bulduğumu söylemiş miydim?
Bu defa tavsiye edilir falan demeyeceğim. Sadece ve sadece; okuyun.