Güneşteki Adamlar, 1963'te yayımlandıktan sonra da yazılmaya devam eden bir metin. Onu aynı zamanda çölde kavrulan, okyanusta boğulan, kamyon kasasında yahut bir uçağın bagajında buz tutan göçmenlerin hikayesi olarak da okuyuşumuz bundan.
Çocuksun daha, ana kucağındaki bebek evini ne kadar tanıyorsa sen de hayatı o kadar tanıyorsun. Okul adama hiçbir şey öğretmez. Anca tembellik öğretir. Öyleyse ayrıl oradan da herkesle birlikte hayatın tavasına gir, piş.
Ey yüce Allahım, sen ki hiçbir zaman benimle olmadın. Sen ki hiçbir zaman bana bakmadın. Ve ben ki sana hiç inanmadım. Bu defa burada olabilir misin? Sadece bu seferlik, ha?
Bu Tanrının gerçekten her şeyi işittiğinden de kuşkum vardı. Okul kilisesinde çocukların bize dağıttıkları, İsa'nın nasıl çocuklara merhamet ettiğini, onlara nasıl güler yüz gösterdiğini belirten o renkli resimler de yalanmış gibi geliyordu şimdi: daha yüksek ücret alabilmek için sıkı din okulları açan kişilerce uydurulmuş yalanlardan biri daha. Filistin'de tanıdığımız Tanrı'nın da artık oradan ayrılmı, bilmediğim bir yerde kendi sorunlarına bile çözüm bulamayan göçmen olduğuna inan getirmiştim.
Bizim orada portakal yetiştiren bir köylü vardı, sonradan o da göçtü. Derdi ki bir değişiklik olur da sularına yabancı bir el verirse portakallar kavrulup kururmuş..