Titiz mısraların yitik şairi..
Cahit Külebi'nin kafiye anlayışı ciddi anlamda dikkatimi celb etti. Zira estetik penceremden içeriye sızan ilk şule bu nüanstı. Disipline edilmemiş bir şiir, nasıl oluyordu da bu denli titiz bir ahenge sahip olabiliyordu?
Bizim oraların suyunu çokça içmişliğinden midir bilinmez, bazen hiddet damarı coşuyor ve şuursuz kelimeler savunuyordu suratıma.
Merak ettiğim bir şairdir Külebi. Merakımı gidermiş olsa da umduğumu bulma noksanında heybem cılız.
"Keşmekeş duyguların ve nümayişlerin zaman zaman bulandırdığı bu şiir anlayışını nasıl izah edebilirim?" diye düşünürken, mezkur kitabın son şiiriyle irkildim ve "Hay Allah razı olsun!" deyiverdim. Buyursunlar;
"ŞİİR YÖNTEMİM
Kimse yazmamı istemedi.
Beş yaşımda kendim başladım.
Bu yüzden düşkünlüğüm yok.
Ayda yılda bir anımsarım.
Saçılır kır çiçekleri
Ağzımı açtığım zaman.
Sonra birleşir üçü beşi
Birer gümüşten mızrak olur
Gökyüzüne doğru atılan.
En çok yurdumdan söz ettim
Doğayla insanla içli dışlı.
Sevinçler, acılar, özlemler…
Hepsi de çatal dişli.
İlk ustam oldu benim halk
Belleğimde akıp giden ırmak…
Köylü diliyle türkü çağırdım
Onlarla gülüp ağlayarak.
İkinci ustamsa doğa
Şiirlerimde alın terim.
Bozkır türküsüyle doldu ciğerlerim.
Taşları düzleyen rüzgâr gibi
Doğayla yontuldu dizelerim.
Üçüncü ustamdı kadınlar.
Tekdüze yaşantıya.
Kaynar dururlar semaver gibi.
Onlar öğretti bana sevgiyi.
Gözleri çıra gibi yanar,
Ak badem olur tenleri,
Güvercin kanadına benzer elleri.
Eritip yüreğimde sevgiyi, acıyı özlemi
Kurşun döker gibi döktüm tası.
Her biri bir başka biçim aldı.
Oyunlarda şeytanların aynası.
İşte doğrusu sözgelimi
Dokuyup yol üstüne attıklarım
Birer küçük köylü kilimi."
(Müsait bir vakitte incelemeyi genişleteceğim İnşallah.)