Birinci hicri asrın ortalarında müslümanlar arasında zuhur eden siyasi ihtilaflar, ikinci asırdan itibaren yabancı kültür akımlarıyla da beslenmeye başlayınca, akaide kadar varan sarsıntı, müslümanların tevhid kelimesi üzerindeki vahdetini parçalayacak derecede şiddetini arttırmış bulunuyordu. Daha üçüncü İslam Halifesi Osman İbn Affan'ın öldürülmesiyle ortaya çıkan şi'a ve havaric fırkaları, birbirleriyle şiddetli bir mücadeleye girişmiş; havaric, Ali İbn Talib'i tekfir ederken, şi'a, onun tafdilinde ifrata giderek Hazreti Peygamber vasisi olduğunu, hatta bazıları da nübüvvetini veya uluhiyyetini iddia etmişlerdir. Bu mücadeleler, iki fırka arasında devam edip giderken, ikinci asrın başlarında cehmiyye ve muşebbihe, cebriyye ve kaderiyye gibi felsefi - itikadi mezhepler zuhur etmiş, bunlar, kadim Yunan felsefesinden aldıkları bir takım görüşlere İslami bir renk vererek onları müslümanlara mal etmeye çalışmışlardır.