Bir gün Hz. Aişe validemiz Resulullah'a soruyor: "Komşularımdan birine bir hediye vermek istiyorum, hangisine vereyim?" Resulullah da: "Kapısı sana yakın olana ver." diyor. Böylece komşunun yakın komşu ve uzak komşu olarak ayrılabileceğini görüyoruz. Yakın komşu, kapısı bize yakın olan, mahallemizin içinde bulunan; uzak komşularımız ise mahallemizin dışında, giderek kentimizin dışında, giderek ülkemizin dışında olan komşular. Demek ki buradan, komşularımızı da yakın komşumuzdan başlamak suretiyle, halka halka genişleterek sınır ötesi komşularımıza kadar ulaşabiliyoruz.
Hayatın başlangıcında elbette aşk vardı Bedene nefesin üflenmesi, nefesle bedenin buluşması bu aşkın ürünü olarak ortaya çıktı ve onun kendini idamesi aynı aşkın sürekli kendini yenilemesi olarak tecelli etti ve ediyor.
Demek ki varoluşumuzun en dibinde mevcut bulunan özün, asal unsurunun aşk ve ölüm olduğunu söylüyoruz. İnsanın, bir bakıma aşkla ölüm arasında sürekli bir mekik dokuyuş halinde bulunduğunu öne sürüyoruz. Aşk ölüme doğru salınırken, ölümlü olduğumuza dair fikir de aşk yanımızı körüklüyor ve onun ateşinin sönmeden kalmasını sağlıyor.
......
...
Şu ortaya çıkıyor: İnsanın ölüme en yakın olduğu zaman, onun ebedilik iştiyakının da doruk noktasına ulaştığı zaman oluyor. Aşk içgüdüsü, insanın belki ebediliğe attığı, atmak istediği bir çengeldir. Bu çengel, o, birey olarak ebedi âleme intikal etse bile, tür olarak bu dünyada kalacağını, onda ölümün karşısında ve ona zıt olarak var olacağını ima ediyor.
Aşk, insanın beka duygusunu diri tutma işlevini yerine getirirken, ölüm de fena duygusunu canlı tutuyor. İnsan böylece fena ile beka; ölüm ile aşk arasında gerili duran bir yol üzerinde yer alıyor ve o yolda yolculuğunu sürdürüyor.