1962'de Aziz Nesin, Düşün Yayınevi için kendisinden bir şiir kitabı ister. O da, "Hiroşima" adını verdiği kitabını gönderir. Ne yazık ki, Düşün Yayınevi'nde çıkan bir yangında, bir kopyası daha bulunmayan bu kitap tümüyle yanar.
ölümü çiğnetmedin düşmana karanlıkta kurşun yağarken üstüme...
kan etmişler ellerimizi, düşlerimizi,
canım gülüm, kan!
gayri bize ölüm yok,
kavgayı,
şiiri
ve
seni çok seviyorum...
üç etekli ak puşulu türkü bakışlı,
kadınlar yürüyor dağlara doğru,
gülkurusu leylak moru dağlara doğru,
özlemler acılar dağlara doğru,
sivaslı mı, urfalı mı bilemem gayrı, kadınlar kadınlar dağlara doğru...
“Ben, öfkenin kahkahasını yakalamağa çalışıyordum. Çünkü yaşadığımız, sessiz bir öfkeden başka bir şey değildir. Sessiz ve sürekli bir öfke! Bu öfkeden neler olacağını zaman gösterecektir. Mizahçı, kıralın soytarısı değildir! Gerçekçi olmak zorundayız. Yazarı, sanatçısı, düşünürü kaytaran ülkeden hayır gelmez! Benim namus anlayışımı emek belirler.”
İnsan insandan korkmamalı bu çağda
..İşsizlikten korkmalı bu çağda insan
sömürüden
açlıktan
kahpelikten korkmalı korkmamanın yolu da yok
değil elbet yıkacak insanoğlu
korkunun yuvasını
Hüseyin bir ara bana dönerek: "Aydın Hoca, şu çevirilerdeki 'sankülot ve donsuz' sözcüklerine bir türlü ısınamadım. Bu özdeş sözcüklere nasıl bir karşılık düşünürsün?" diye sordu. Ben de yanıt olarak, " baldırıçıplak, şellek" sözcüklerini söyleyince, " Yaşa be Hoca! Sağ olasın sen. Türkçemizdeki incelik ve zenginlik, hiçbir Batı dilinden aşağı değildir" diye coşkuyla kükredi.
Pir Sultan olur dirilir' bak su bebelerin güzelliğine kaşı destan gözü destan elleri kan içinde kor olasın demiyorum kor olma da gör beni damda birlikte yatmışız öküzü hoşça tutmuşuz koyun değil şu dağlarda sanki kendimizi gütmüşüz hor baktık mi karıncaya kirdik mi kanadını serçenin vurduk karacanın yavrulusunu ya nasıl kıyarız insana sen olmazsan öldürmek ne çürümek ne zindanlarda özlem ne ayrılık ne yokluk ne yoksulluk ne ilenmek ne dilenmek ne ilenmek ne dilenmek ne issiz güçsüz dolanmak ne gün gün ile barışmalı kardeş kardeş duruşmalı koklaşmalı söyleşmeli korka korka yasamak ne kahrolasın demiyorum kahrolma da gör beni kanadık toprak olduk çekildik bayrak olduk döküldük yaprak olduk geldik bugüne ekmeği bol eyledik acıyı bal eyledik sıratı yol eyledik geldik bugüne ekilir ekin geliriz ezilir un geliriz bir gider bin geliriz beni vurmak kurtuluş mu kor olasın demiyorum kor olma da gör beni
Oysa o, kendisini yıllardır TDK'nin doğal üyesi sayarak çalışmalarını hep o çizgide sürdürüyordu. Türk dilinin arılaşması ve özleşmesi savaşımında, yapıtlarıyla büyük katkıları olmuştur. Kendisini yalnızca dil işçisi saydığından, onun ne dergide ne de yönetim kurulunda gözü vardı.
Korkmazgil, baharların, kardeşliğin, barışın, insanca yaşamanın, sevgi ve saygıların ozanıdır. Ona göre şiir, cılız olduğu zaman hiçbir işe yaramaz. Ancak, bomba gibi güçlü olduğu zaman soygun çarkı ve sömürüyü dize getirir. Şiirleri anlaşılır nitelikte ve dünyaya açıktır. "Benim şiirim apaçıktır güneşe" der. Hemen toplumun bütün kaynaşmaları, şiirlerinde yansır. Halk türkülerinden dizeler alır ya da onlara yakın dizeler kurar. "Bir kalemi yedi kardeş üleşir/Ölen ölür ölmeyenler ağlaşır" Sözün tüm olanaklarını zorlayıp daha ötelere geçmek ister. "...ben nar deyince şiirimde/kokusu gelmelidir gül bahçelerinin/... yetmiyor bana sözler" Ruhi Su nasıl sesine Anadolu'yu yüklemişse, H. Hüseyin de sözüne ve şirine Anadolu'yu yüklemiştir. Yüreği her zaman kırılmaya hazır "İncecik bir söğüt dalı"dır sanki.