Geleneksel inanç ve uygulamalar faydalı olabilir, hatta önemli adaptif mekanizmalar olarak hizmet de edebilir, bununla birlikte zayıf, zararlı ve hatta bazen ölümcül olabilirler.
Tüm antropologlar belirli uygulamaların bazen raporlanmadığını bilir çünkü böyle yapmak insanları kendi gözleri önünde tanımlamak ve kötülemek olduğu için incitici olacaktır.
Genellikle bilgilendirme eksiktir çünkü antropologlar, bir halk toplumunda gördüğü zalim, zararlı veya etkisiz uygulamaların aslında sıkça rastlanan sömürgeciliğin neden olduğu sosyal düzensizlik sonucu meydana geldiğine inanmıştır.
Aşağıda tartışacağımız birkaç sebepten ötürü birçok antropolog, halk toplumlarındaki yaşamın karanlık olan yönünü yazmamayı veyahut en azından bunun hakkında çok şey yazmamayı tercih etmiştir.
Herkes Margaret Mead'ı duymuştur fakat O Samoa'ya, Yeni Gine'ye ya da Bali'ye gitmeden önce, yüzlerce antropolog kabile halkını zaten tanımlamıştı ve sonrasında binlercesi daha bu tanımı takip etti.
Jean Jacques Rousseau Asil Vahşi düşüncesini ortak dilimizin parçası yapmıştır ve bir şekilde de birçok çağdaş akademisyen bu görüşü halen sürdürmektedir.
Bu görüşe yeni şöhreti 19. Yüzyılda W.H. Morgan, Ferdinand Tönnies, Henry Maine, Fustel de Coulanges, Emile Durkhaim, Max Weber ve özellikle Komünist Manifestosu ile Karl Marx gibi etkili bazı figürler tarafından kazandırıldı.
Şehirlerin suç, düzensizlik ve her türden insani sıkıntılar ile karakterize edildiği ve küçük, izole ve homojen halk toplumlarının uyum içerisinde olduğu görüşü Aristofanes, Tacitus ve Eski Ahit'e kadar uzanmaktadır.