Ah geçen zaman… Bizi de ardı sıra sürükleyen ve bir zaman kipi ile ‘geçmiş’ dediğimiz vakitlerin en âlâsı…
Ne yaparsak yapalım kurtulamıyoruz, kurtulduğumuzu sanıyoruz yada. İçimizde yer ediyor. Olmuyor, ne yapsak olduramıyoruz. Geçmişe saplanıp kalıyoruz. İlerlediğimizi sanıyoruz, lakin dönüp bakmak yetiyor hayallerimizi bıraktığımız yere saplanıp kaldığımızı görmek için. Çocukluğumuzu bıraktığımız, hayatın acımasızlığıyla tanıştığımız an’a. Devasa bir bataklıksın Dünya. Ve biz, gitgide batıyoruz her saat, her dakika, her saniye…
Tarık Tufan’la tanışma kitabımdı Hayal Meyal. Nasıl duygu yüklü, nasıl içten bir anlatım bu. Yaşadım, okuduklarımı yaşadım. Anlatılanlar, bir arkadaşımın başından geçmiş, uzun zamandır görüşmemişiz öyle bir rastlaşmışız ve bir yerde oturup uzun uzun dertleşmişiz gibi bir his. Daha doğrusu o anlatmış ben dinlemişim. Özlemişim çünkü, hayat koşturmacasına dalıp unutmuşum aramayı da hal hatır sormayı da. Bir koşturmaca ki hayat, zaman geçiyor, biz geçiyoruz…
Ve durduramıyoruz. Acı ve gerçek. Acı gerçek denir ya garip geliyor bu söylem. Acı, gerçekler değil mi yada gerçekler zaten acı değil mi?
“Ben umut arıyorum.
Ben umut arıyorum.
Ben umut arıyorum.
Ben seni arıyorum.”