Aslına bakarsanız, insanoğlundan asıl nefret eden kişi, herkesi seven, her yerde kendini evinde hissedebilen insandır. Çünkü insanlardan hiçbir şey beklemez o. Bu nedenle de, hiçbir kötülük, hiçbir bayağılık onu kızdıramaz.
“Şimdi geriye bakmak bana acı da vermiyor, zevk de vermiyor. Yalnızca bakmak işte. Sefere çıkmış gibi değil. Yolculuğa çıkmış gibi bile değil. Rasgele bir yürüyüş gibi. Akşamüstü, birazcık yorgun olduğun saatte kırlarda yürüyüşe çıkmışsın gibi..”
İnsanlar ebediyen kalıcı olmaya nasıl özlem duyarlar, bilirsin. Ama her geçen günle birlikte biraz ölürler. Onlarla karşılaştığında, bir bakarsın, geçen sefer gördüğün insan değil artık. Hatta her saat, kendi içlerinden bir parçayı öldürürler. Değişirler, inkâr ederler, çelişkilere düşerler; bunun adına da büyüme derler. Sonunda geriye hiçbir şey kalmaz. Tersine çevirmedikleri, ihanet etmedikleri hiçbir şeyleri kalmaz. Sanki aslında ortada bir kimlik yokmuş da, şekilsiz bir kitle halinde, parlayıp sönen sıfatlar varmış gibi. Bir an bile tutamadıkları kalıcılığı nasıl bekleyebiliyorlar?