kaç kere geldin hayatıma? ve sonra kaç kere gittin? ben durgun sularda yüzerken, sen çalkantılı bir denizdin. medcezirlerinle kumdan kalelerimi devirdin. geldin gittin, geldim gittin... söylesene bir tanem, seni beni kaç kere sevdim?
İşin kötüsü, nice şairde sonradan ilhama dönüşen acılara da benzemiyor benimkisi. Ne sadece gözlerin özlediğim, ne sadece ellerin, ne de sadece kokun… sensiz de yapabilirim sanıyordum ama yanılmış içim. Daha gitmek için arkanı döner dönmez, her şeyini özledim…
Hayatta, senin beni arayıp sormamandan daha mühim şeyler var. Şükür ki hayattayız, şükür ki hayattasın mesela. Sevdiğin bir insanın suskunluğu, onun ebedi sessizliğinden iyidir en azından, diye düşünmeye başlıyorum.
Ve zaman her yaraya devadır…
Aslında o giden kişi kendini gitti, aşkımız da bitti sanıyor ve inanın her giden bu konuda yanılıyor… Gerçek yaşanmışlıkların hiçbiri “elveda” diye bir kelimeyi tanımıyor… Hiç bir aşk kapıdan çıkışlarla bitmiyor.
Bir düşünün, insan ömrünün çoğu birilerini ya da bir aşkı beklemekle ya da o kişiyi veya aşkı unutmaya çalışmakla geçmiyor mu?
Çoğumuz o an içinde bulunduğumuz durumdan hoşnutsuz bir biçimde, sıkıntı içinde tüketmiyor muyuz “ ömür” diye bize sunulan zamanı?