Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Melametiler, Ahiler, Bacılar, Gaziler, Abdallar

Horasan Erenleri

Mehmet Hakan Alşan

En Eski Horasan Erenleri Gönderileri

En Eski Horasan Erenleri kitaplarını, en eski Horasan Erenleri sözleri ve alıntılarını, en eski Horasan Erenleri yazarlarını, en eski Horasan Erenleri yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Psikoloji bilimi ile akademik düzeyde ilgilenen bir meslek erbâbı olarak insânımızın kendi kültürel mirâsından koptuğunu, bu kopuş ile de kendi geleneksel kodlarından uzaklaştığını ve sonuçta da özsaygısını (self-esteem ) yitirerek, kendi kişilik enkazının altında ezildiğini sık sık gözlemleyebiliyorum. Bu konuyu önemsiyorum; çünkü, insânımızın yaşamış olduğu bu kültürel şok; beraberinde hastalıklı ilişkiler ağını, patolojik fenomenleri ve sosyopsikolojik tıkanıkları getiriyor. Bu duygu-durumları da, bizlerin meslekî yelpazesine psikopatolojik belirtiler veyâ tükenmiş kişilikler olarak yansıyor. Geçenlerde, yine alan dışı okumalarımın birisinde Hz. İsâ'nın insânlığa şöyle seslendiğini okumuştum . "İnsân yalnızca ekmekle yaşamaz. Tanrının ağzından çıkan her sözle yaşar."
Kaynağı Kur'ân ve hadîs olmakla birlikte, bu iki kaynakta da geçmeyen Tasavvûf kelimesinin hangi kökten türemiş olduğu husûsunda, araştırmacılar çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Tasavvûf kelimesinin, saflık, duruluk, berraklık anlamına gelen "safv" kökünden, “Benu Sûfe" kabilesinden, "Suffe" ashâbından, bir çöl bitkisi olan “sufâne"den, Yunanca hikmet anlamına gelen "sophia"dan ve yün anlamına gelen Arapça "suf" kökünden türediği ileri sürülmüştür. Bu konudaki genel kanı, kelimenin en son ifâde ettiğimiz yün anlamındaki "suf" kökünden türediğidir. Çünkü peygamberlerin ve zühd ehlinin, kibir, gurur ve bencilliğin belirtisi sayılan ipek elbiseler yerine, ekseriyetle yünden yapılmış elbiseler giymeleri, zühd ve takvâ belirtisi olarak değerlendirilmiştir.
Reklam
Tasavvûf sözcüğünü ilk kullanan Maruf-i Kerhî, tasavvûf düşüncesine mârifet unsûrunu getiren Zürınûn Mısrî, tasavvûfî ahvâlleri inceleyen ilk kişi olduğu söylenen Serî es-Sakâtî, zühd ve tasavvûfa yeni boyutlar getiren Bayezid-î Bistâmî, sevgili uğruna candan geçen Hallâc-ı Mansur, Gazâlî'yi eşsiz hizmetine hazırlayan ve Bağdat sûfîlerinin tartışmasız üstâdı olarak kabûl edilen Cüneyd-i Bağdadî, Allah korkusuna dayanan takvâ anlayışı ile Hasan Basrî, ilk tekkeyi kuran ve sûfi lakâblı ilk zâhîd Ebû Hâşittı es-Sûfî, tasavvûfa Allâh aşkını getiren Rabîa el-Adevîyye gibi zâhîdler ve sûfîler, kendi devirlerinin en tanınmış sîmâları arasında yer almışlardır.
Klasik deyimiyle, mezkûr ve mâruf olan tarîkatler onikidir, diyenler de vardır. Biz de ek bilgi ve çeşni olması açısından bu tarikatları ve kurucularının isimlerini sırasıyla aşağıya almayı uygun gördük. 1. Kadirîyye: Abdü'l-Kadir Gîlanî, 2. Yesevîyye: Ahmed-i Yesevî, 3. Rıfâîyye: Ahmed Rıfaî, 4. Kübrevîyye: Necmüddîn-i Kübrâ, 5. Medyenîyye: Ebü'l-Medyen Şuayb bin el-Hüseyin, 6. Desûkîyye: İbrahim ed-Desûkî, 7. Bedevîyye: Seyyîd Ahmed Bedevî, 8. Şâzelîyye: Ebû Haşan Tâkıyyiddîn Alî bin Abdullah eş-Şâzelî, 9. Ekberîyye: Muhyiddîn İbnü'l Arabî, 10. Mevlevîyye: Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, 11. Sa'dîyye: Sa'deddîn Muhammed el-Cebbâvî, 12. Nakşibendîyye: Bahâuddîn Nakşibend. Bu tarikatlar ve şûbelerinden memleketimizde vaktiyle; 1. Kâdirîyye'nin: Eşrefîyye, 2. Ekberîyye'nin: Melâmîyye, M elâmîyye-i Bayrâmîyye, Halvetîyye, 3. Halvetîyye'nin: Gülşenlyye, Sünbülîyye, Şa'banîyye, Uşşâkîyye, 4. Melâmîyye'nin: Celvetîyye, 5. Celvetîyye'nin: Mısrîyye, Cerrâhîyye, Bekrîyye, Selâmîyye, 6. Desûkîyye'nin: Zeynîyye..., kolları yaygın idi.
"Horasan Erenleri" tâbiri Ahmed-i Yesevî bağlıları için kullanılır. Onların sayısında muhtelif rivâyetler vardır. Bir rivâyete göre 99.000, bir diğer rivâyete göre ise 12.000 talebesi vardır. Başka bir rivâyete göre ise bağlılarının 12.000'i Yesevî'nin yaşadığı muhitte, 99.000'i ise uzak ülkelerdedir. Bunlara ilâve olarak "Horasan Erenleri" XIII. yüzyıl Anadolu Selçukluları devrinde kendisinden en çok söz edilen topluluktur. Târihçilerin en çok söz ettiği yönleri ise onların “Velâyetmeâb, kerâmet-iktisâb" yâni "kâmil" birer insân/mürebbî olmalarıdır. Onlardan Anadolu'ya gelenler arasında adı geçenler ise Niyâzabad'da Avşar Baba, Merzifon'da Pîr Dede, Karadeniz-Batova'da Akyazılı, Filibe yolu üzerinde Adatepe'de Kıdemli Baba Sultân, Bursa'da Geyikli Baba, Abdal Musâ, Unkapanı'nda Horaz Dede, 600/1203-4'de Anadolu'ya gelen Bozok sancağı civârında Osman Dede tekkesini yaptıran Emir Çin Osman, Zile'de Şeyh Nusret, Tokat'ta Gajgaj Dede, Sulucakarahöyük'te Hacı Bektâş-ı Velî, Konya'da Mevlânâ, İstanbul'da Karaca Ahmet, Bigadiç'te Barak Emre, Karaman'da Yunus Emre, Kayseri'de Ahî Evren Dede, Kırım ve Balkanlarda Sarı Saltık ve daha niceleridir. Hacım Sultân Velâyetnâmesi’ne göre Hacı Bektâş da bir Horasan Ereni, yâni Yesevî bağlısıdır. Hacı Bektâş Velâyetnâmesi'ne ve Künhü'l-Ahbar'a göre ikisi arasındaki halka ise Ahmed-i Yesevî'nin halîfelerinden "Lokmân-ı Perende"dir.
Fuad Köprülü, Ahmed-i Yesevî ile ilgili yaptığı çalışmalarda ve yayınlarda, iki Ahmed-i Yesevî tipi çizer. Birincisi şeriata bağlı, zahîd, sünnî bir mutasavvıftır. İkincisi ise heteredox bir sûfîdir. Divân-ı Hikmet nüshâları esas alınırsa Köprülü'nün çizdiği birinci Ahmed-i Yesevî'den bahsedilebilir. Divânlardaki Ahmed-i Yesevî, "coşkun, cezbeli İlâhî aşk"ı terennüm eden Ahmed-i Yesevî'dir.
Reklam
XIII. yüzyıl müellifi sûfî Sühreverdî ise, melâmetîliği, “İhlâsla yaşama, hâlini ve amelini gizleme" olarak tanımlar. Yine değerli ilim adamlarımızdan Osman Türer ise, melâmetîliği; "Her türlü kayıttan kendisini kurtarma; sâdece Allâh’a bağlanma; iyilikleri gizleme; başkalarını kınamama; aksine, kendi nefsini kınama; hakkında anlatılan "iyi sözler"e aldanmama; huzûr-ı kalble ibâdeti meşgale hâline getirme; şer’î kaidelerin gerektirdiği amellerden geri kalmama; Allâh'ın makam ve mevkiî karşısında, kendi mevkiî ve makamının olmadığını açıklamak için şer'î şerifin zıddına bâzen amel edip açığa vurma hâli” olarak tarif eder. İşte bu şekliyle, melâmetîliğin İslâm mütefekkirleri arasında büyük bir hüsn-ü kabûl gördüğünü ve hâlen onların şahsında teenîyle hayâta geçirildiğini biliyoruz.
Hoca Ahmed Yesevî
Kul Hâce Ahmed bendeyim diyip vurma sen laf; Riyâ ile kıldığın taâtların hepsi güzaf; Şerîatte, tankatte işin hilaf; Âhirette yalancıları üryân kılar.
Ey Oğul!
Osmanlı İmparatorluğu'nda ise, tarîkat geleneğinin ilk halkası Osmanlı Devleti'nin mânevî kurucusu sayılan Şeyh Edebâlî Hazretleridir. Şeyh Edebâlî; aslında, damadı Osman Gazî'yi mânevî terbiye altına alırken onun şahsında 600 yıl yaşayacak olan Osmanlı İmparatorluğu'nun temeline, yine Melâmetî-Horasânî terbiyeyi, fütüvveti ve bahadırlık rûhunu yerleştirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, Halk'ın hâtrını en üst seviyede tutma, adâletli davranma, zulmetmeme, herkese hakkını verme, milletin malını emânet bilip tek kuruşuna dokunmama terbiyesini, tâ 1290'lı yıllarda küçük bir beylik iken, Horasânî mektebe mensup Şeyh Edebâlî' den öğrenmiştir. Osmanlı Devleti'nin kuruluş dönemiyle ilgili bir ilginç nokta da, bu dönemin Yunus Emre ile aynı döneme rastlamasıdır. Kim bilir, belki de Yunus Emre'nin "Gelin tanış olalım" düstûru ile Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde diğer beyliklere uyguladığı kardeşâne tutumu, aynı terbiyenin bir tezâhüründen başka bir şey değildir.
223 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.