Sevdiğim can balalarım, arı gücümüz kalırsa eğer, tok ve semiz malımızı kurtararak yurdumuza döneriz. Aksi takdirde burada öleceğiz. Ulu gücümüz yeterse onurlu halkımızı kurtarırız, ulu gücümüz yetmezse, bu el ülkesinde bu dünyadan göçeriz. İleriye yürürken yere bastığın ayak geri çekilmez, kılıcı tuttuğun el savaş bitmeden aşağı inmez.
İleri yordamı daha üstün geldiğinden, zavallı özüm şimdi bu dünyadan göçmekteyim. Yer-toprağın üstünde, üstün akıllıya az yaşamak nasip oldu. Dolaştığım engin yer, arkamda kalacak. Yer-toprağın üstünde bir daha dolaşamayacağım. Bana ışık veren kutsal güneş, benden sonra da dünyayı aydınlatmaya devam edercek. Sevdiğim güneşin ışığını bir daha asla görmeyeceğim. Güneşin aydınlığını bırakıp ayrılmak, nasıl da zor şimdi. Üstün düşünce tasladığımdan, ölmekteyim. Gökte güneş ve ayı bir daha duyumsamamak ne kadar da güç şimdi. Bunun farkında olmak, insana derin bir acı veriyor. Bir daha etraftaki yeşilliğe dokunamamak, onları koklayamamak yüreğimi parçalıyor.
Yaşın uzak, yaratanın yüksek olsun,
Yolun açık, yaşamın mutlu olsun.
Önünde ay ışınlasın,
Arkanda güneş parıldasın.
Bitmemek üzere canlı ol,
Aşınmamak üzere yurtlu ol.
Dökülmemek üzere kanlı ol,
Bitmemek, düşmemek üzere yurtlu ol.
Dört alp dört atı yan yana getirdiler, atı aşanın övünmemesi için anlaşarak atlarını kamçıladılar. Atlar yaydan atılan birer ok gibi hızlandı, ayakları altındaki kara toprak değirmen gibi çekilmeye, beşik gibi sallanmaya başladı. Asla sallanmaz yüksek dağ sırtları bile yelin vurduğu birer ağaç gibi sallandı. Asla kıpırdamaz katı kayalar bile kasırganın vurduğu ağaç gibi kıpırdadı. Kara uzaydaki kara bulut kara yere düşmek suretiyle vuruldu. Kara toprağın kara balçığı kara uzaya dek çıktı.