Hukuk Felsefesinin Prensipleri

Georg Wilhelm Friedrich Hegel

Hukuk Felsefesinin Prensipleri Sözleri ve Alıntıları

Hukuk Felsefesinin Prensipleri sözleri ve alıntılarını, Hukuk Felsefesinin Prensipleri kitap alıntılarını, Hukuk Felsefesinin Prensipleri en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Çocukların cezalandırılmasındaki amaç, adaletin adalet olarak yerine getirilmesi değildir, daha çok sübjektif karakterdedir, soyut ahlâklılığa aittir, henüz tabiatın örtüsüne bürülü bir özgürlüğü kullanmaktan onları vazgeçirmek ve bilinç ve iradelerindeki evrenselliğin meydana çıkmasını sağlamaktır.
Sayfa 182 - SümerKitabı okudu
Keza, akli prensibin objektifliği olarak devlet'te sorumluluğun tespiti hususundaki hukukî karar, bireyin bir şeyi kendi aklına uygun bulup bulmamasına, haklı da haksız, iyi ya da kötü hakkındaki sübjektif takdirine yahut kendi kanısını tatmin için gösterdiği gerekçelere asla itibar etmez. Bu objektif alanda, takdir hakkı ancak yürürlükteki hukukta kendini gösterdiği şekliyle meşru ya da gayrimeşru olan şey için geçerlidir ve en elemanter anlamıyle sınırlandırılmıştır: meşru ve, dolayısıyla, mecburî olarak bildirilen şeyin bilgisi. Devlet, kanunların aleniliği ve ortak örf ve âdetler yoluyla, takdir hakkının formel yanını ve ahlâklılığın bu aşamasında süje için hâlâ muhafaza etmekte olduğu olağanlığını ortadan kaldırır.
Sayfa 142 - SümerKitabı okudu
Reklam
Süjenin, eylemi spesifik karakteriyle, yani iyi ya da kötü, meşru ya da gayrimeşru determinasyonu içinde bilmek hakkı, çocukların, eblehlerin ve delilerin sorumluluğunun azalması veya büsbütün ortadan kalkması sonucunu doğurur. Ancak, bu durumları [çocukluk, eblehlik, delilik] veya bunların sorumluluk derecelerini kesin olarak belirlemeye imkân yoktur. Fakat, bir anlık göz kararması, ihtirasın kışkırtması, sarhoşluk ya da, kısaca, duygularına kapılmak dediğimiz şey (çaresizlik hakkı'nın doğmasına yol açan dürtüler dışında, S 127), bir suçun isnadı, spesifik karakteri ve derecesi söz konusu olduğunda, suç sâiki olarak nazara alınamaz ve bu gibi durumlara, suçlunun suçunu ortadan kaldıran şartlar gözüyle bakılamaz; yoksa bu, suçluya karşı, onun insanlık hak ve onuruna yakışır bir davranış olmazdı (karş. S100 ve S 119 [120], R). Çünkü insan soyut, gelip geçici, bölük pörçük bilgiye sahip bir varlık değil, fakat mahiyetçe evrensellik istidadı taşıyan bir varlıktır; onun öz tabiatı budur. Bir kundakçı, yağlı bezinin değdiği küçük bir ahşap düzeyi tutuşturduğunda, sadece bu küçük düzeyi tutuşturmakla kalmaz, aynı zamanda onda içerilmiş bulunan evrensel'i, yani bütün evi de tutuşturmuş olur. Tıpkı bunun gibi, kundakçının kendisi de, bir süje olarak, bu ânın oluşturduğu izole bir noktadan, yahut intikam hırsının izole bir durumundan ibaret değildir. Eğer böyle olsaydı, ikide bir kapıldığı azgınlık nöbetlerinin doğurduğu tehlikeden ve güvensizlikten ötürü kafası ezilecek bir hayvandan farksız olurdu.
Sayfa 142 - SümerKitabı okudu
Halbuki, devlet hizmeti, bilâkis, bireysel ve keyfi tatminlerin, sübjektif gayelerin feda edilmesini ister ve, buna karşılık, bu tatminleri, vazifenin yerine getirilmesinde, ama yalnızca bunda bulmak hakkını bireye tanır. Devletin prensibini oluşturan ve onun iç istikrarını meydana getiren, özel menfaat ile genel menfaatin birliği işte burada, bu olguda yatar (S 260).
Sayfa 283 - SümerKitabı okudu
Nihayet, sübjektif kanı, açıktan açığa hak ve vazifenin normu olarak alınır ve bir eylemin ahlâkî karakterini, bir şeyin hak olduğu inancının belirlediği ileri sürülür. Burada da yine istenen iyiliğin hiçbir muhtevası yoktur; yalnızca inanç prensibi, bir eylemin iyilik kategorisi kapsamına sokulmasının süjeye ait bir iş olduğunu ilâveten bildirmektedir. Bu durumda, ahlâkî objektiflik, görüntüsüne varıncaya kadar, tümüyle ortadan kalkar. Böylesi bir doktrin, doğrudan doğruya, daha önce de sıkça andığımız bir sözde felsefeye-hakikatin bilinmesini imkânsız gören bir felsefeye- bağlıdır (oysa, pratik esprinin hakikati, onun rasyonelliği- dir ki, kendisini gerçekleştirme süreci içinde, ahlâkın kanunlarını [emirlerini] oluşturur). Hakikatin bilgisini, sırf bir görünüşten ibaret saydığı bilgi sferini aşan boş bir iddia olarak gören bu çeşit bir felsefe, elbette ki eylem konusunda da görünüşü bir prensip haline getirecek ve, böylece, ahlâklılığı bireyin kendi hayat teorisine ve kişisel inancına indirgeyecektir. Felsefenin böylece içine düştüğü aşağılık durum, ilk bakışta şüphesiz aşırı bir ilgisizlik sonucu olarak, birtakım fuzulî akademik gevezelikler sınırını aşmayan bir olay olarak görünür; ama, zamanla bu görüş, kaçınılmaz bir biçimde, bir ahlâk anlayışına dönüşür, felsefenin esaslı bir bölümü halini alır; ve işte ancak o zamandır ki, bu gibi teorilerin hakikî anlamı ilk kez realitede kendini gösterir ve onun tarafından anlaşılır.
Sayfa 156 - SümerKitabı okudu
Keza, akli prensibin objektifliği olarak devlet'te sorumluluğun tespiti hususundaki hukukî karar, bireyin bir şeyi kendi aklına uygun bulup bulmamasına, haklı da haksız, iyi ya da kötü hakkındaki sübjektif takdirine yahut kendi kanısını tatmin için gösterdiği gerekçelere asla itibar etmez. Bu objektif alanda, takdir hakkı ancak yürürlükteki hukukta kendini gösterdiği şekliyle meşru ya da gayrimeşru olan şey için geçerlidir ve en elemanter anlamıyle sınırlandırılmıştır: meşru ve, dolayısıyla, mecburî olarak bildirilen şeyin bilgisi. Devlet, kanunların aleniliği ve ortak örf ve âdetler yoluyla, takdir hakkının formel yanını ve ahlâklılığın bu aşamasında süje için hâlâ muhafaza etmekte olduğu olağanlığını ortadan kaldırır.
Reklam
İrade, bu iki momentin birliğidir: Bu, kendi üzerine dönmüş ve böylece evrenselliğe yükselmiş özelliktir, yani bireyselliktir. Ben'in oto-determinasyonu demek, Ben'in kendi kendisini hem Ben'in inkarı olarak, yani belirlenmiş ve sınırlandırılmış olarak ortaya koyması, hem de buna rağmen kendi kendisi olarak kalması, yani kendi kendisiyle aynılığı ve evrenselliği içinde kalması ve, nihayet, determinasyonunda kendi kendisinden başka hiçbir şeye bağlı olmaması demektir. Ben, kendisini, kendi kendisiyle negatif ilişkisi içinde belirler ve bizzat bu ilişkinin karakteri, onu bu spesifik determinasyona karşı kayıtsız kılar, bunun kendi özüne ait ve idesel bir determinasyon olduğunu bilir; onu yalnızca bir imkan olarak kavrar; bu imkan onu bağlamaz, o yalnızca bu imkanın içinde bulunur, çünkü oraya konulmuştur. İşte, irade özgürlüğü budur ve bu, iradenin kavramını yahut cevherini, deyim yerindeyse, ağırlığını oluşturur; tıpkı ağırlığın cisimlerin cevherlerini oluşturması gibi.
Sayfa 51 - SümerKitabı okudu
Size de tanıdık geldi mi?
Geniş bir kitle asgari geçim düzeyinin bir toplum üyesi için zorunlu olan ve kendiliğinden ayarlanan düzeyin altına düştüğü ve böylece kendi öz faaliyeti ve öz emeği ile yasamak onurunu, hak, hukuk ve kendine güven duygusunu kaybettiği zaman, ortaya bir pleb yığınının çıktığı görülür. Bu oluşum aynı zamanda, nispetsiz ölçüde büyük servetlerin az sayıda ellerde toplanmasını büsbütün kolaylaştıran şartları da beraberinde getirir.
Ne istediğini bilmek ve üstelik kendiliğinde ve kendisi-için iradenin, Akıl'ın, ne istediğini bilmek, asla halkın harcı olmayan bir derin bilginin ve sezgi gücünün işidir.
Sayfa 288 - SümerKitabı okudu
Bir mevki için, zorunlu olarak, pek çok aday bulunmasına, ve bunlar arasında mutlak bir kesinlikle tercih yapma imkânı bulunmamasına rağmen, o mevkie filân kişinin seçilip, bir kamu [devlet] görevini yerine getirme yetkisinin başka birçok kişi arasından o kişiye verilmesinde sübjektif bir taraf vardır. Çünkü, burada objektiflik dehada bulunamaz (sanatta olduğu gibi). Birbirine göre daima rastlantıya tâbi iki taraf olan birey'le görev'in birliği, devlet içinde son kararı veren hükümran güç olarak, hükümdar tarafından sağlanır.
Sayfa 282 - SümerKitabı okudu
Reklam
Siyasî duygu, genel olarak vatanseverlik hakikate dayanan kesinlik gibidir (sırf sübjektif bir kesinlik hakikatin ürünü olamaz, o ancak bir kanı'dır) ve alışkanlık halini almış bir istektir. O, ancak devlet içinde var olan kurumların bir ürünü olabilir, çünkü rasyonellik [akıl] fiili mevcudiyetini ve gerçekliğini bu kurumlarda bulur ve etkinliğini onlara uygun faaliyetlerinden alır. Bu duygu, en başta, benim gerek özel, gerekse cevhersel menfaatimin, bir başkasının (burada devletin) menfaati ve gayeleri içinde, yani o başkasının benimle bir birey gibi olan ilişkisinde korunup muhafaza edildiği konusunda sahip olduğum inanç (bu inanç az ya da çok kültüre dayanan bir görüş halini alabilir) ve kesinliktir. Böyle olunca, bu başkası artık benim için bir başkası olmaktan çıkar ve ben, bu bilinç hali içinde kendimi özgür hissederim. R: Vatanseverlik denildiğinde, çoğu kez, olağanüstü bazı fedakârlıklar ve işler yapmaya olan yatkınlık anlaşılır. Oysa, o, aslında bilincin, günlük işlerde ve alışılmış hal ve şartlarda, kolektif hayatı cevhersel temel olarak, gaye olarak görme yatkınlığıdır.
Sayfa 246 - SümerKitabı okudu
Evliliğin objektif ahlâkî unsurunu oluşturan şey, tarafların kendi cevhersel gayeleri olarak bu birliğin bilincine varmaları, yani karşılıklı sevgileri, güvenleri ve bütün bireysel mevcudiyetlerini aralarında paylaşmalarıdır. Bu psikolojik ve gerçek durum içinde, tabii içgüdü, tatmin edildiği anda sönmek üzere, bu tabiî unsurun modalitesi derekesine inerken, spiritüel bağ da evliliğin cevhersel meşru prensibi mertebesine, yani ihtirasların ve gelip geçici özel zevklerin üstüne yükselir ve kendiliğinde çözülmez hale gelir.
Sayfa 175 - SümerKitabı okudu
Kendilik bilincinin, bir eylemin iyi ya da kötü olduğunu kendiliğinde ve kendisi-için determinasyonu içinde bilmek hususundaki sübjektif hakkı, objektifliğin mutlak hakkıyle çatışan bir hak olarak düşünülmemelidir (sanki bu iki unsur birbirlerinden ayrılabilir, birbirlerine karşı kayıtsız, birbirlerine ancak arızî olarak bağlı şeylermiş gibi).
Sayfa 151 - SümerKitabı okudu
122 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.