Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Sözler ve Alıntılar

Tümünü Gör
Hunların Anadolu akını];
Hunlar en büyük gayreti uzak doğu bölgelerinde göster-mişlerdir. Bir sel gibi Kafkas Dağları’nın dar boğazlarından geçen Hun gruplar Ermenistan’ı aşarak Doğu İmparatorlu-ğu’nun en zengin eyaletlerine doğru ilerlemişlerdi. Kapadokya köylerinden dumanlar yükseliyordu. İşgalcilerin Halys’e (Kızılırmak) doğru ilerledikleri söyleniyordu. Suriye‘nin bazı bölge-leri harap olmuştu ve Antiokheia‘da savunmaya geçmişti: ‘bu-güne kadar danslara ve mutlu insanların şarkılarına ev sahipliği yapan Orontes (Asi) Nehri’nin kıyılarında düşman atlıları gürlüyordu’. Kalabalık esir grupları ve büyükbaş hayvan sü-rüleri Kafkasya’nın kuzeyinden uzaklara götürülüyordu. ‘Kırımlı kabilelerinin savunma hattı olan Cimmer bataklıklarının ötesinde, Suriye’nin gençleri esir düşmüştü’. Ermenistan’da Hunlar Meliten şehrine ulaşmıştı; oradan da Euphratesia eyaletini aşmış ve Coele Suriye ve Kilikya’nın içlerine kadar dörtnala gitmişlerdi.
Sayfa 43
Romalılar ise, içlerinde barındırdıkları düşmanla savaşmak zorunda kalmasalardı eğer, uzun bir süre yenilmez olarak kala-bilirlerdi. Ralph Fox’a göre “eğer, Çin’de, yozlaşmış ve aç gözlü yöneticilerine karşı kin ve nefret besleyen büyük halk kitleleri-nin yardımı olmasaydı, Moğolların sadece askerî dehasının Çin’i fethetmeye yetip yetmeyeceği şüpheliydi” (s. 142). Aynı durum Hunlar ve Doğu Roma İmparatorluğu için de geçerlidir. Zosimus‘un anlattığına göre, 400 yılında, Gainas‘ın, Uldin‘in Hunlarına yenilip onların elinde ölümünden sonra Trakya‘nın tamamında oluşan karmaşa ortamında, kaçak esirler ve Roma hükümetindeki önemli ‘görevlerini terk eden diğerleri’ kendilerini Hun ilan edip, Fravitta tarafından yenilene kadar Trakya’daki kırsal bölgeleri tahrip etmeye devam etmişlerdi. Bu esirler, büyük olasılıkla Hun ismini, diğer isimlere oranla daha fazla dehşet ve kargaşa yaratacağı için seçmişlerdi; Hunlar ise o sıralarda Romalılardan korkuyorlardı ve Gotlara oranla kaybedecek daha çok şeyleri vardı.
Reklam
Hunlar giysilerini sırtlarında parçalanıp lime lime dökülene kadar giyiyorlardı ki bu olay bize, Cengiz Han‘ın bir kanun maddesinde geçen, Moğolların giysilerini hiç yıka-maksızın eskiyene kadar giymeleri gerektiği ifadesini anımsat-maktadır.4 Hunlar dizden aşağısına keçi derisinden tozluk, başlarına da yuvarlak başlık takıyorlardı, ancak bu başlıkların hangi materyalden yapıldıklarını bilmiyoruz
Sayfa 62
Akatzirilerin kesin olarak kim olduklarını bilmiyoruz ancak bu konuda birkaç varsayım öne sürülmüştür: onlar Heredot‘un Agathyrsileriydi veya Khazarlardı veya Magyarlar (Macarlar)dı Ancak bu varsayımları reddetmek zorunda-lyız, çünkü Priscus bize onların Hun bir kabile olduğunu söylemiştir ve ondan bu konuda şüphelenmek için hiçbir nedenimiz yoktur (s. 26). Yaşadıkları bölge ancak tahmini olarak belirlenmiştir. Jordanes bize Vidivarilerin Vistula Nehri’nin ağzında yaşadıklarını söyler; Doğu’da Baltık kıyılarında Aestiler ve onlardan daha güneyde, quibus in austrum, Akatzir ulusu yaşa-maktaydı. Bu bilgiler doğrultusunda Marquart onların yaşadık-ları toprakları günümüzün Korosten şehri yakınları olarak belirler.
Sayfa 125
Konstantinopolis başpiskoposu bu yeni ortaya çıkan göçebeleri Hristiyan yapmak için çok çaba göstermişti. Ancak burada yine, misyonerlerin en küçük bir başarı bile yakalayabildikleri konusunda bir iddiada bulunulmamıştır. Misyonerlerin yaşadıkları en büyük zorluklardan bir tanesi dil konusu olmalıdır. John Chrysostom başkentte Gotlara vaaz vermek istediği zaman kolayca bir tercüman bulabiliyordu; ancak ileride de göreceğimiz gibi Hunların dilini bilen Romalı sayısı oldukça azdı, dolayısıyla Hunlara vaaz verebilecek nitelikte rahip bulmak, eğer oluru varsa da, çok zordu.
Sayfa 57
Doğu Roma’da yaşamış olan Kont Marcellinus‘un sözleri dikkatimizi çekmektedir çünkü 447 yılıyla ilgili olarak yazdıkları hiçbir yerde sergilemediği bir usluba sahiptir: “paene totam Europam excisis invasisque civitatibus atque castellis [Attila] conrasit” - “Attila neredeyse bütün Avrupa’yı yerle bir etti”.
Sayfa 121
Reklam
De Guignes’in, Hunların Çinli tarihçilerin Hsiung-nu’su ile aynı olduğu tanımlamasına yazarımızın hiçbir yorum getirmediği yukarıda da belirtilmişti. Şimdilerde ise Çinliler bu step göçebelerinin ordularından söz ederken can sıkıcı bir ısrarla 100.000, 200.000, 300.000 ve hatta 400.000 kişiden oluştuğunu söylerler. Dolayısıyla Parker, orijinal kaynaklardan yararlandığı Tatarların Bin Yılı adlı kitabında “[Baghdur]’un emrinde 300.000 asker vardı”, “Baghdur en iyi 300.000 askerini [düşman üzerine] saldı”, “[Merchö]’nün 400.000 atlı okçudan oluşan ve daimi teyakkuzda bir ordusu vardı” vb. diye yazar.Çinli kaynaklara yabancı olan birisi için, bu kaynağın izinden giden tarihçileri eleştirmek saygısızlık gibi gelebilir, ancak onları tanıyan bizlerin şu soruları sorma hakkı oluşmuştur: (1) Moğolistan’ın bu son derece ilkel pastoral göçebeleri üçyüzbin insanı bir aradayken nasıl beslemişlerdir? ve (2) bütün bir seferberlik dönemi boyunca sadece yüzbin adamın bile üretimden, sürülere bakmak ve onları korumak işinden elini çekmesi durumunda, toplumu nasıl idame ediyorlardı? Doğrusu 430 yılında Attila‘nın Hunlarının sayıca 600.000 ya da 700.000 kişi olduğu görüşüyle karşılaştığımız zaman, böylesi bir kalabalığın, Kuban havzası gibi çok uzak bir noktadan gelmiyor olsalar da, Pannonia‘da ve oraya uzun yolculukları sırasında nasıl beslendiklerini merak etmekten kendimizi alamıyoruz.
Sayfa 67
100 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.