Şiir kitapları üzerine yazmak hiç bana göre değil, biliyorum. Boyumu haylice aşan bir dünyadır orası. Kullandığım cümlelerin, o derinliğin hakkını veremeyeceği korkusudur elimi bağlayan. O yüzden, şiir kendisini anlatır, ben eteğinde gezinirim.
“ve ben bütün kalbimle kıyında beklerim
bir gece bekçisinin sabahı beklediği gibi
uykusuz, yalnız, sabırsız” (s.120)
Sonra, gece hükmünü sürerken daha, mısralarda bir hazine arar gibi sislenirim.
“sustuğum kadar konuş azize,
sustuğum kadar” (s.31)
Sesinle kendime geleyim. Çünkü biz, “hiç olmamış ‘iki’nin ‘bir’leriyiz.” (s.120) Öyle ayrı ve öyle içe içe…
“semaverde çay
içimizde sevda
omzuma yasla başını
gözlerini kapat ve dinle” (s.9)
Ötelenmişliğimi, ötelerden gelecek bir habere kilitlendiğimi, hiçken sen’lendiğimi anlatayım sana. “kadim Aşklar diyarıdır yüreğim” (s.62) Bundandır zaman çizgisinde gidiş gelişlerim. Ama her gören bilmez ki, “ben lâ-mekan bir eşkıyayım” (s.25)
Bir süreliğine kendilerinde konaklamamı isterler. Oysa ben, senden başkasına sağırım. Hem kapalı alıcılarım hem sanki “ansızın duracak kalbim” (s.27)
Kendi kendimledir hep söyleşmelerim:
“hani diyorum sıfırdan başlasak
yarın miadımız olsa
isa gelip öpse alnımızdan
arınsak kendimizden
kirlerimizden
yılları hüzünle çarpsak
bizi eklesek takvime kaç eder?” (s.61)
Kıymetli Salih Uçak’ın Hüsn-i Yusuf’u ile karşılaşınca, yazmak da şart oldu. Bu paragrafa, onun şiirinden alıntılar şekil verdi böylece.
“öpülesi bir yokluktur Aşk, sevgilim
korkma, öldürmeyen ayrılık, oldurur bizi” (s.33)