Hilmi Yavuz hocam, Hüzün ve Ben'de, anılarını, çocukluğunu, annesi ve babasını, ilkgençlik yıllarının Fatih'ini, Anadolu'yu neredeyse bucak bucak gezişini ve o kentlerin kendisinde bıraktığı izlenimleri, Rilke'den aldığı hazzı, ilk Edebiyat dergisini nasıl çıkardıklarını, ilk şiirinin nasıl yayımlandığını, ve tabii ki de Behçet Necatigil hocasını anlatmış, İstanbul'u her zaman erguvana benzetmiş ya da erguvani bir renkte tahayyül etmiş, özellikle de erguvanlara deyim yerindeyse aşık olmuş, Siirt'i ise evlerin damlarının o zamanlar (cas denilen bir tür çimento ile yapıldığı için) daima beyaz'la hatırlamıştır.
H
Peki şimdi ilkyazlar geliyorken ne demeli: "erguvanlar geçip gitti bahçelerden/geriye sadece erguvanlar kaldı"