Bütün bunların Mümtaz'ın gözünden kaçmadığını biliyordu.
Bir gün, "Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır!" demişti.
Hayır biz Shakespeare'in dediği gibi zamana doğru koşmağa mecburuz.
Onunla mücadele edeceğiz.
Biz her şeyi irademizle yapacağız.
Evvelâ şartlarımızı tanıyacağız.
Acaba ne düşünmüştü, neyi beklemişti?
Bu dalgaların ona getirecekleri bir şey olduğunu mu sanıyordu; yoksa mağaranın içine dolup boşalan suyun o acayip uğultusuna mı kendini kaptırmıştı?
Bu seslerde onun için neyin, hangi sırrın daveti vardı?
— Asıl mühim olan şey insandır. Gerisinden bana ne?.. Belki bir insan hayatı zamanın fırınında ateşe attığımız bir kâğıt kadar çabuk yanıyor. Belki hayat, hakikaten bazı filozofların dediği gibi, gülünç bir oyundur.
- Niçin eskiye bu kadar bağlıyız?..
- İster istemez onların bir parçasıyız.
Eski musıkîmizi seviyoruz, iyi kötü anlıyoruz.
Elimizde iyi kötü bize maziyi açacak bir anahtar var...
O bize üst üste zamanlarını veriyor, bütün isimleri giydiriyor, içimizde bir hazine bulunduğu, ferahfeza yahut sultanîyegah'ın arasından etrafımıza baktığımız için.