Öyle bir yerdeyim ki; ne gitmesi mümkün, ne kalması mümkün olan, öylece bir yerdeyim işte. Vazgeçmekle direnmek arasında, akla karanın tam ortasındayım. Kaybetmenin arifesinde, yeni bir hayatın eşiğindeyim. Kalsam canım yanacak, gitsem hayatım!
Allah’ın varsa eğer, sağı sen, solu sensin!
O’nun serveti sen O’nun kudreti sensin!
Topraktan yaratılan bir kulsun sen! Ey insan.
Lakin zemin de sensin, evet zaman da sensin
Hakk’a ermek sırrının şarabını iç ve kan!
Şüphe uçurumundan fırla; kendini kurtar!...
Ne duruyorsun davran!
Uyan derin uykudan
Ey dünyayı gören göz, anlayan göz!
Uyan da gör ne haldedir cihan!
Uyan derin uykudan,
Derin uykudan uyan!
Sen ne biçim ummansın? Ovalar sakin!
Böyle deniz olur mu? Artmıyor, eksilmiyor!
Kabaran dalgalar yok, timsahlar kaynaşmıyor,
Böyle deniz olur mu? Bu denizin yarılmış göğsünden
Başı göğe eren bir dalga ol da ufuklara kanatlan!
Mevlânâ (..) kelam imamlarından bir müctehiddir. Kur'an-ı Hakim'den başka bir kitabı taklid etmez ve kimseye tabi olmaz. Bütün bunlar, onun tertemiz fıtratından kaynaklanır.
aşkın uyanık ve canlı serveti, devamlı olmayan ölümlü bir sevgiliye lâyık değil. Aşkın kendisi canlıdır. Ona canlı ve devamlı bir sevgili gerekir.
“Aşk ölümlü bir varlığa olursa sürekli olmaz, bir gün söner.
Aşk, cana can katan ebedi canlıya olmalıdır.”
Arkadaşı Şeyh Sadreddin Konevi onu ziyarete geldi ve acil şifa bulması için dua etti. Ölüm yatağında olan Hazreti Mevlânâ ona: "Şifa ile sen mutlu ol. İki sevgili arasında perdenin açılması sana ne zarar verir?" dedi. Bir de ölüm yatağında iken şöyle dedi: "Şayet sen mümin ve tatlı isen ölüm de tatlı olur. Ölümün de mümin kişi ölümü olur. Şayet kâfir ve acı isen, o ölüm de kâfir ve acı bir ölüm olur." dedi. Böylece hep marifet ve hakikatları beyan etmekle meşgul oldu.