İkinci olarak kişinin infakı verme meselesini ilerde varislerine bırakmaması gerekir. Çünkü bu da çok ciddi bir aldanıştır. Kişi kendisi vermelidir. Emeklilik parasını almayı, dedesinden kalan arsayı satmayı, kendisine miras kalmasını, yanına destek olacak birinin gelmesini beklememeli, ertelememelidir. Eğer kişi Müslüman bir tüccar olmak istiyorsa direkt kendi eliyle vermeli ve bu eylemi mirasçılara bırakmamalıdır. Son olarak küçük hesapların, mal bitecek korkusunun ve korkak adımların sahibi olmamalıdır.
Mesela bizler sürekli: "Kahrolsun İsrail!" diyoruz. İnanın bunu bende diyorum ama benim dememle İsrail kahrolmuyor.
Yaşantımıza bir bakalım. Cebimizdeki telefonlar, evlerimizde kullandığımız deterjanlar, sürdüğümüz arabalar, gıda sektörü ve daha nicesi Yahudilerin elinde. O halde anlamalıyız ki; bu mesele de "hemaset" ile sadece bağırmamız yeterli değildir. Bize düşen toplumun maddi manevi her alanında alternatif sunarak boy göstermek ve Müslümanlara yeni bir şehrâh açmaktır. Yoksa sabahtan akşama kadar çıkalım bağıralım. Ne elde edeceğiz? Bağırmaya gittiğimiz araba kimin? Kullandığımız megafon kimin? Giderken üstümeze giydiğimiz gömlek kimin?
Sevgi ispat ister ve Anadolu'da bunun için şöyle derler: "Gönlün sevdiği, elin verdiği ile belli olur." İşte Osman b. Affân (ra) da elindekiyle sürekli İslâm'a hizmet eden, eli kârda gönlü Yâr'da (cc) olan bir sahâbedir.
"Her Peygamberin Cennet'te bir arkadaşı vardır. Benim Cennet'teki arkadaşım ise Osman'dır(ra)."
(Tirmizi, Menakıb, 60.)
"Eğer kalplerimiz temiz olsaydı, Kur'an okumaya doyamazdık."
(Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, II, 287/4022.)