Birçok siyasi, dini ve iktisadi ideolojinin "sınıfsız toplum" vaadini hiçbir dönem ve coğrafyada gerçekleştirmediğini iyi niyet sorgulamasına girmeksizin kaydetmek durumundayız. İnsanın fiziki ve psikolojik yapısına bakıldığında bu tür vaatlerin pek de gerçekleştirilebilir olmadıkları görülecektir. Gerek haricen elde edilen maddi kazanımlar gerekse yaratılmıştan sahip olunan fiziksel güç ve yeterlilikler, "sınıfsız toplum " idealinin (aslında hayalinin) önündeki en büyük engellerdir. Bir toplumda güçlü varsa kaçınılmaz olarak güçsüz de olmak durumundadır ki, esasen ideolojilerin görmezden geldiği nokta da burasıdır. Sınıfsız bir toplum hayali yerine her sınıfın tescil edildiği, adil ve yaşanabilir toplumların inşasına çalışılması, kuşkusuz insanlık adına çok daha büyük kazanımlar sağlayacaktır.
Tarih boyunca farklı coğrafya ve dönemlerde insanların bir arada yaşamak, güven toplumunu gerçekleştirmek gibi gayelerle veya vicdani gerekçelerle yoksullukla mücadele ettikleri görülmektedir. Mamafih bu mücadele yoksulluğun kökenlerini kurutmaktan, yoksulluğun sebeplerini ortadan kaldırmaktan çok yoksulların karınlarını doyurmaya, anlık ihtiyaçlarını gidermeye yöneliktir. Yoksullukla mücadele bu tür stratejinin de yoksulluğu bitirmediği, yoksulları zenginlere bağımlı hale getirdiği muhakkaktır. Geçici çözüm barındıran ve esasen yoksullukla mücadeleden ziyade mevcut durumun sürekliliğini sağlayan bu yaklaşımın bugün dahi devam ettirilmesi dikkat çekicidir. Kuşkusuz bunun en büyük sebebi "açgözlü" zenginliğin hiçbir değer tanımaksızın sömürüyü kendi adına caiz görmesidir. Buna karşı duracak olanların ise adeta "sus payı" ile tatmin olup kendilerini bu cenderenin bir parçası haline getirenlere dua etmesi, insanlığın sürekli yaşadığı ağır ironilerden biri olsa gerek.
Yirmi otuz yıl kadar önce özellikle belirli çevrelerde sık sık duyduğumuz bu "vahşi kapitalizm"den günümüzde artık pek bahsedilmiyor olması, kapitalizmin ehlileşmesinden değil, tam tersine herkesin bu çarkta kendine yer bulmasındandır.
Dikkat edilecek olursa ekonomisi bozuk veya sürekli ekonomik krizlerle boğuşan ülkelerde adalet sisteminin sorunlu olduğu, adaletsizliğin genel uygulama haline geldiği görülecektir.
Mazlum olan kesimler ise haksızlığın giderilmesi için yönetim ve hukuka başvurduklarında bir cevap alamadıkları gibi, zulüm âdeta hukukun yardımıyla devam edecektir.