Hepimiz, başkalarını kendi aynasına yansıdığı kadar görüyordu. Bir insanı ancak bize değdiği yerden tutabiliyorduk.
Bizim aynamıza yansımayan, bize değmeyen yerlerini bilmiyorduk.
" Bütün bu değişik iklimlerde, değişik coğrafyalarda yaşayan, kayalık tepelere, kızgın çöllere, buzlu steplere, büyük şehirlere, sıkıntılı kasabalara, tozlu köylere yayılmış, binlerce değişik dil konuşan, değişik tanrılara tapan, her birinin peygamberi ayrı, ibadeti başka türlü, bahçelerinde yetişen meyveleri bile farklı bunca insanın arasına dalıp, kötülüğümün şahlandığı birgün onların her birini, tek bir cümleyle, dehşetin cehennemine fırlatıp ruhlarını korkuyla dağlayabilirim...
Şu bir tek cümle yeter buna:
- Gizledigin her şeyi biliyorum.
Bu cümleyi duyduğunda, bir dağ kartalının pençelerine yakalanmış zavallı bir saka kuşu gibi titremeyecek kimse yoktur, şu koskaca yeryüzünün üstünde...
Ve, korkunç gerçek şudur.
Gizlediğin her şeyi bilen biri var.
O, sensin!
Neden hayatlarımıza, içlerinde yaralı bir ölü taşıyan yabancılar olarak devam etmek zorunda kaldık? Onları benden, beni onlardan alan neydi?
İki yabancıdan, hangisinin nerede bitip hangisinin nerede başladığı anlaşılmayan tek bir varlık yaratıp, tek bir varlığı parçalayıp ondan iki kederli yabancı çıkartan korkunç büyünün büyücüsü kimdi?
Tanrı bir anlığına yeryüzüne eğilip usulca üfleyerek hafızamızı silseydi ve biz yaşanmış her şeyi unutarak, iki yabancı gibi yeniden karşılaşsaydık ne olurdu?
Birbirimize aldırmadan geçer miydik?
Yaşadıklarımızı bir daha yaşamak için birbirimize doğru bir daha yürür müydük?
Tanrı'nın öfkeli bir vaktinde yarattığı bir cinstik biz,yaptıklarımızın intikamını kendimizden,kendimiz alıyorduk,rüyalarımızla ani hatırlayışlarımızla,pişmanlarımızla kendimizi bıçaklıyor yaralıyor,kanatıyorduk.
Geleceği bilmek ister miydim?
Hayır, geleceği bilmek istemezdim.
Sevinçler kadar acılar da getireceğini daha yaşamadan biliyorum.
Bunların bir sırası olmadığını da...